28 Eylül 2011 Çarşamba

BENİ HER ÖLÜM ETKİLER...

Evet çok doğru tespit etmiş Tayfun Taliboğlu...
Uzun süre sonra yeni bir şeyler paylaşmak istedim, faydalı olması dileği ile...



Tanımasam bile üzülürüm yitirilmiş ümitlere...
Hiç gerçekleşemeyecek ideallere...
Yaşanmamış sevgilere üzülürüm...
Bu yüzden korkarım yaşamı ertelemekten...
Ne yapılması, ne söylenmesi gerekiyorsa
söylenmeli, yapılmalı...
Seviyorsanız, sevdiğinizi bugün söyleyin,
sevdanızı bugün yaşayın...
İşinizde yapılacak ne varsa bir an önce yapın...
Yarın çok geç olabilir...
Bir anda bitebilir...
Her şeyi yaşamak için acele edin bence...
Kısa yaşamışlıklar, yaşamamışlıklardan daha iyidir...
Geriye dönüp baktığınızda "KEŞKE" ler çoğunlukta olmasın...
Uzun vadeli hedefler için bile
Bugünden harekete geçmelisiniz...
Yarınlar çok uzakta olabilir...
Daha okulda başlamıyor muyuz ertelemeye yaşamı...
İlk hedef kolej, sonra üniversite
Hep yarına yatırım bugünü...
Sonra yaşamamacasına...
İşe gireyim sonra...
Evleneyim sonra...
Çocuklar büyüsün sonra...
Emekli olayım sonra....
Sonra...
Sonra..
Sonra....
Bir sürecin başında, ortasında yaşam her an sona erebilir...
Sonrası olmayabilir...
Fedakârlıklar güzel ama...
Unutmayalım “herkes kendi hayatını yaşar”
İnsanlar yaşadıkça yaşlandığını düşünür,
Aslında insanlar yaşamadıkça yaşlanır...
Tayfun Taliboğlu

17 Ağustos 2011 Çarşamba

HAYALLER

Bugün arkadaşımın birisi bana bu yazıları göndermiş. Ben çok beğendim ve paylaşmak istedim. Artık pek mail kullanılmıyor anladığım kadarıyla. Facebook veya başka paylaşım siteleri kullanılıyor. Mail yazmıyor veya üşeniyor kişiler. Ben üşenmeyenlerdenim ve büyük keyif alıyorum. Arkadaşım online olsun yada olmasın ona bişiler yazabiliyorum ve anlatabiliyorum. Oda gördüğünde bana bişiler yazıyor böle sürüp gidiyor daha kalıcı ve daha güzel. Tabiki online sohbet etmekte çok güzel ama email yazmanın tadı sanki daha başka :)

Yitirdiğin herşeyde kazandığın birşey vardır…
Kazandığın herşeyde biraz yitirdiklerin…
Bu yüzden birileri ısınıp dururken, dinmez üşümelerim…
Hayat karşına nasıl çıkarsa çıksın, seni ne kadar yıpratırsa yıpratsın,
Sakın Vazgeçme ve Unutma;
EĞER HAYALLERİN OLMAZSA;BAŞKASININ HAYALİ OLAMAZSIN…!!!!!

7 Ağustos 2011 Pazar

AY HİKAYELERİ



şiir
böylece yetim kaldı
önce sevmekten
vazgeçtik
sonra
direnemedik
kavgalarda.


Ardından
okumayı unuttuk
sevdaları, aşkı
başkaları için
üzülebilmenin
güzelliğini
kibritçi kızı
okumadı çocuklarımız
Polyanna ile
mutluluk oyunu
oynamadılar
ve onların
hiç olmadı
Kemalettin Tuğcu' ları

Hiç seksek oynamadılar
çamurdan ebem sol, sol
ekmekleri yapmadılar
kum fırınlarda
yüreklerini katıp
pişirmediler sevgiyi

hiç üzülmedi onlar
sevmedikleri için
ve ağlamadılar
sevdikleri adına
bile bir kez olsun.
Ne "Ay"ı sevdiler
ne yıldızları
yakmadı bile
yüreklerini
sevecen
çingene kızları

sonra sevgisiz
sonra duyarsız
sonra umarsız
bir dünya
kumar oynadık
hayatla
ve kaybettik.

şiir
böylece yetim kaldı
çünkü biz önce
sevmekten vazgeçtik
karşılıksız
ve olabildiğince
sevmekten.

vazgeçme
sevmeliyiz...
Erkan Bal

3 Ağustos 2011 Çarşamba

HIZLI OKUMA - ZİYA BARAN

Uzun zamandır kişisel gelişim kitapları okumamıştım. Bu uzun zamanı bir arkadaşımın vasıtası ile yeniden okumaya başlayarak kısaltmış oldun. Sağolsun kendisi elinde bulunan kitapları okumam için bana gönderdi ve bende bu durumdan faydalandım. Kendisine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu Kitaplardan okuduğum ilk kitap Hızlı Okuma...
Üzerinde notlar alamadım ve kendim fotosunu çekemedim netten bir blogcu arkadaşımızın eklemiş olduğu resimden faydalandım. Blogun adresi http://mugevehayat.blogspot.com'dur. Arkadaşımızın emeğine sağlık...
Hızlı Okuma kitabı içerisinde bulunan alıştırmalar titizlikle uygulandığında verim alınabilecek bir kitap. Hızlı Okumaya ilgili tüm dostlara tavsiye ederim...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

ÇORUM/ORTAKÖY/İNCESU GEZİSİ VE KANYONU

Merhaba Arkadaşlar,
Uzun zaman oldu değil mi yazmayalı, güya oldukça ve zaman buldukça yazacaktım, en azından yazımı güzelleştirecektim, sizlerden yorumlar alacaktım :) Geç olsun da güç olmasın değil mi?
Geçtiğimiz hafta Bulunduğum yere pekte uzak olmayan Çorum ili, Ortaköy ilçesinde bulunan İncesu Köyü ve İncesu Kanyonuna bir gezi güzenledik. Bir grup arkadaş. Oldukça zahmetli ve bir o kadarda zevkli idi. Sabaha 8 de yola koyulduk saat 11 gibi hedefe vardık ve ben oldukça çok foto çektim güzellerini sizlerle paylaşmak istedim.
Yukarılara çıktıkça yoruluyorsunuz, nefesiniz kesiliyor, dinleniyorsunuz ama daha da kötü oluyor. Artık bizden geçmiş diyorsunuz, hay senin aklını diyorsunuz, sonra güzellikleri ve doğayı, manzarayı, o temiz havayı gördükçe diniyor yorgunluğunuz. Sonra mağara, yüzlerce yıl önce yapılmış ve onca kazıya yıpratmaya rağmen hala ayakta ve aklınıza geliyor buralarda kaç sevgili buluşmuş, kaç seven manzarayı izledi, kaç göz gördü, kaç köle çalıştı, kaç savaş yapıldı diye düşünüyorsunuz ve manzaranın büyüsüne kaptırıyorsunuz kendinizi...
Ufak bir moladan sonra geri dönüş... Ha unutmadan anne domuz her ne kadar bizim sesimizden kaçsada yavru domuz kaçmadı iki tane idi ve ben birisini çektim. ikinci görüşümdü hayatımda birde çoook küçükken ölü bir domuz görmüştüm...
Sonrasında mangal ve yorgunluk çayı, yemekten sonra arkadaşlardan bir kaçı fire verdi ama ben yılmadım kanyona girelim dedim. İyiki girmişim. Çok güzel manzaralar ve harika zaman geçirdim :) Süperdi... MAnzara, su, doğa...
Hatta kanyonda bir aile bizi turist sandı çekiyorsanız torunumu çekin tarih aşığı çocuk diyerek gülmüştü :) Güzel gündü güzel... Ertesi Günde Şapinuvayı gezdik ama ailemle :) Onlarıda daha sonra paylaşırım sizlerle...
KEsinlikle gelip gezmenizi ve bu hazzı yaşamanızı tavsiye ederim...
Şimdi resimlerin sırası ...
Esenkalın...





























2 Temmuz 2011 Cumartesi

ARMUT DİBİNE DÜŞER - ZİYA BARAN


Merhaba Arkadaşlar,
Uzun süredir hiç bişi ekleyemedim. Oldukça yoğun geçen günlerdi. Daha önceden okumuş olduğum kitabı eklemek istedim. Yeni aktarabildim. Fotolarını çektim ama daha OCR yapmadım. Bir süredir daha önceden alıp okumadığım yada okumuş olup ta unuttuğum dergileri okuyup notlar aldım. İnş. ilerleyen zamanlarda paylaşacağım sizlerle. Notları alıyorum çünkü nette dolaşan yazıların çoğu hemen hemen aynı. Yeni yazılar ve fikirlerle paylaşım yapmak daha doğru geliyor bana...
Armut Dibine Düşer, Çocuk eğitimi ve çocuklarımızı anlayabilmek için basit öneriler ve nasıl bize faydalı, vatana faydalı, ülkeye faydalı çocuklar yetiştirebiliriz, onlara nasıl faydalı olabiliriz bu konuların üzerinden geçiyor. Ön kapağı ve arka kapağını veriyorum. Birde Kitaptan alıntı. Okumanızı tavsiye ederim...
Beğenmeniz dileğiyle...


Dinlemek veya Dinlememek... İşte bütün mesele bu...
KİTAPTAN ALINTI...
Çocuğuna servet bırakmak isteyen anne baba ona iyi dinlemeyi öğretmelidir.
Publiylus syrus
Çocuğun gelişiminde birçok yönden faydalı olan etkili dinleme kolay gibi görünse bile bunu alışkanlık haline dönüştürmek zordur. Çünkü yanlışlarla dolu bir iletişim biçimini çoğu anne baba alışkanlık haline getirmiştir. Çocuklarıyla iletişim kurarken anne babaların düştüğü yanlışlıklan şu şekilde özetleyebiliriz.
1. Emir verme, yönlendirme:
"Benim oğlum yaramazlık yapmaz, her zaman usludur. Annesinin bir dediğini iki etmez. Oğlum çabuk ödevlerini yap, dişlerini fırçala, yatağına gir ve erkenden uyu."
Belki farkında değilsiniz ama çocuğunuzdan bir şeyler yapmasını istediğinizde sürekli emirler yağdırıyorsunuz.
Peki, sağanak olarak üzerine gelen bu emirler karşısında Çocuğunuz ne hissetmektedir?
Bunu öğrenmenin tek bir yolu var; aynı şeye maruz kalıyor olsaydınız siz ne hissederdiniz? Şimdi şöyle bir düşünün. Siz çocuğunuz kadar küçük, o da sizin kadar büyük olsaydı ve benzer emirleri size yağdırsaydı neler hissederdiniz?
2.Eleştirme:
'Arkadaşlarınla konuşma şeklin ve kendi aranızda yaptığınız şakalar hiç hoşuma gitmiyor. Hippi kılıklı arkadaşlarınla gezmen kabul edilebilir gibi değil."
3.Alay Etme:
"Odun kafalının tekisin. O kadar saattir konuşuyorum hiçbir şey arılamamışsın."
4.Övme:
"Benim oğlum her yönüyle mükemmel bir çocuktur."
5.Sorgulama: "Bu kafayla nereye kadar gideceksin?"
Bu şekildeki bir iletişim iyi bir sonuç ermeyecektir.


İşte etkili bir babadan etkili bir iletişim örneği.


6.Gözdağı verme: "Coğrafya dersinden dünyanın günlük ve yıllık hareketlerini (alınmalısın oğlum, ödevlerini zamanında yapmazsan akşam, baban sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterir."


7-Öğüt verme: "Oğlum, bak ders çalışmazsan, sınavlarda başarılı olamazsın, iyi bir bölümü kazanamazsın, iyi bir iş bulamazsın, çok pişman olursun. Ama iş işten geçer."
8-Nutuk çekme: "Oğlum çalışan kazanır, elması kızarır. Hiç çalışanla çalışmayan bir olur mu?"
9-Yorumlama: "Bencil davrandığın için arkadaşlarınla geçinemiyorsun."
Çocukla ilgili bir durum olduğunda ana babalar genel¬likle yukarıdaki gibi tavırlar takınırlar. Bunun sonucunda da çocukla ilgili bazı olumsuzluklar gerçekleşir.
- Ana babalan tarafından anlaşılmadıklarını hissederler.
- Yetersiz olduklarını düşünmeye başlarlar.
- Kendilerini savunmaya çalışır ve hatta saldırganlaşırlar.
- Duygularını dile getiremezler.
- Sevilmediklerini ve değersiz olduklarını hissederler.

Başkasını olduğu gibi kabul etmek, onu gerçekten sevmektir. Kabul edildiğini hissetmek sevildiğini de hissetmektir. İletişimde temel ilke kabul etmedir.
Çocuğunuza gerekli anlayışı gösterip eleştirmeden, olduğu gibi kabul eder ve hoşgörülü bir ortam sağlarsanız, onun kendini güven içinde hissedip doğal davranmasına fırsat verirsiniz.
Etkili dinlemede anne baba çocuğun duygu ve düşünceleriyle ilgili, hoşgörülü ve onları onaylayan bir görüntü içinde kendi başına düşünmesine yardım eden kişi rolündedir. Sorumluluk çocuğa bırakılmıştır. Anne baba sadece gerektiğinde çözüm bulma konusunda yol gösterici durumundadır.
Çocuğun duygularını geçiştirip, önemsizmiş gibi davranmak onu daha çok üzer. Tabi ki burada sizin niyetiniz, çocuğunuz fazla üzülmesin diye havayı dağıtmak. Ancak ne var ki bu tip durumlarda çocuk, bir takım öneri ve çözümleri duymak yerine duygularının anlaşıldığım hissetmek ister.

12 Haziran 2011 Pazar

AŞK DİLE GELİNCE

Bundan bir kaç ay kadar önce Mevlana ile tanıştım. Tabiki Mevlana'nın kim olduğunu, eserlerini biliyordum. Ama onu okumaya başladım o zaman ve bu ikinci kitabım Mevlana ile ilgili. İlk okuduğum kitap kadar zevkli değildi ama oldukça bilgi dolu idi. Faydalanacağınızı umuyorum.



Kitaptan aldığım bir kaç notu paylaşmak istiyorum...

Bu canım var oldukça ben Kur'an'a tutsağım,
Muhammedi Mustafa'nın yolundaki toprağım.
Henden başka bir sözü nakledenler olursa,
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım.


Aşıklar, bakılmaması lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar, inlerler. O ceylanı çobansız, o esiri ucuz sanırlar. Nihayet "Gözcüsü, bekçisi benim... Az bak!' diye bir bakış okudur gelir, ciğerlerine saplanır!

Daha fazlasını kitaptan öğrenmeniz dileği ile...

5 Haziran 2011 Pazar

GÜNÜN BİRİNDE


Bir ömrün baştan sona muhasebesi, bir saniyeye sığdırılabiliyormuş meğer. Öyle acılar ve pişmanlıklar yaşıyorum ki… Fakat aynı zamanda, yapmış olduğum iyi ve güzel şeylerden dolayı keyif duyuyorum.
Anlıyorum ki, her şey olup bittikten sonra, birinin yaşamı hakkında değerlendirme yapmak zormuş ve haksızlığı gidermek veya yeni bir iyilik yapmak ya da hoş bir söz söylemek artık mümkün değil.
Yine öğreniyorum ki, ömrümüzün her bir saniyesinden sorumluyuz. Asla unutulmaması gereken bir gerçek bu.
İstediğimiz hareketi yapmakta özgürüz. En iğrenç işleri bile yapabiliriz. Ama günün birinde, kaçınılmaz olarak o iş karşımıza çıkacak. Yaptığımız her eylem, eninde sonunda, tıpkı bumerang gibi dönüp bize gelecek. Ve anlıyorum ki başkalarına yaptığım iyilikleri veya kötülükleri aslında kendime yapmışım…
E. Elsaesser Valerino

4 Haziran 2011 Cumartesi

MARDİN KASİMİYE MEDRESESİ


Bugün akşamüstü Semekant Tv de bir programa denk geldim. Ölesine gezerken pek tv izlemem aslında ama işte vesile olacak ya. Camide Hayat idi sanırım programın adı ve Mardin Camilerini tanıtıyordu ve bu camilerin özelliği Medreseler olması imiş. Bu camileride de lise çağlarında rehberler tanıtıyormuş. Kasımiye Medresesini tanıtan çocuğun söyledikleri hoşuma gitti ve paylaşmak istedim. Ama ona uygun resim bulamadım. Mihrapta 63 Yıldız bulunuyormuş ve anlamı Peygamberimizin (SAV) ölüm yaşını simgeliyormuş. Ayrıca 40 gül ve bu güller peygamberlik yaşını belirtiyor. Sonra üstte 8 tane oluğe benzer estetik yarıklar var bunlarda Cennetin 8 kapısını belirtiyorlar ayrıca giriş kapısıda öyle yapılmış ki toz tutmuyormuş. Ben duydum ilginç geldi ve önce yaşayan insanların ruh dünyalarına hayran kaldım. Nerde şimdi o estetik. Maddiyata gömülüp gitmiş.
Birde yeni aklıma geldi ortadaki havuzda geceleri astronomi dersi verilirmiş :) Her odada iki öğrenci kalırmış ve onların kalma yerleri üst katta imiş. Çok merak ettinizse inceleyin derim ben :) Eğer bu yazımı okuyan kişilerde yorum ve bilgilerini paylaşırlarsa sevinirim :)

30 Mayıs 2011 Pazartesi

BİR ÖMÜR BOYU


Düşlerin parlayıp söndüğü yerde
Buluşmak seninle bir akşamüstü
Umarsız şarkılar dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak gözlerine, sığınmak, bir akşamüstü
Gözlerin bir çığlık bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Bir orman bir gece kar altındayken
Çocuksu, uçarı koşmak seninle
Elini avucum da bulup yitirmek, yitirmek
Sığınmak ellerine sığınmak bir gece vakti
Ellerin bir martı telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken
Bir kenti böylece bırakıp gitmek
İçinde bin kaygı bin bir soruyla
Bitmemiş bir şarkı dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu...
Alıntı

21 Mayıs 2011 Cumartesi

BİR SAATLİK DOST



Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu Kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik. Yoğun bir servisti çalıştığım servis, çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü olan servisleridir. Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı aksam tedavilerini henüz bitirmiş ofiste çay içmeye gitme telaşındaydım Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum. Kep dağılmış saç baş karışmış yorgun bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım. ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu. Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim karşıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu içlerinde Çocuklarında bulunduğunu, damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin nöbetçi beyin cerrahı hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
- Ne yapalım? Bırakalım ölsün mü bu insanlar? Gelmek zorundasınız!
- Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz
- Siz Hipokrat yemini etmediniz mi?
Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek koşarak acil servisine gittim Her yer kan revan içinde ağlayan koşuşturan yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı bu kalabalıkta sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum ama her kez elinden geleni birilerine bakma gayretini gösteriyordu. Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu. Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15-17 yaş arası bir genç vardı gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu. Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun başına giderek ilgilenmeye çalıştım şuuru yerindeydi konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu son anlarını yaşadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede
üzülüyordum onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı. Ellerimi sımsıkı tutuyordu, bırakma dercesine gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim, eğildim yanaklarından öptüm. 'Bırakmayacağım seni sakin ol, Üzülme sakin' diyordum hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor, sanki onun acısının aynısını çekiyordum. Çok acı çekiyordu hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum. Avucumu bırakmasıyla kendime geldim. O artık aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen doktoru suçluyor içimden Lanetler yağdırıyordum. Derken beyin cerrahı hekim gelmişti. Hastanın daha doğrusu ex (Ölmüş) gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yemekli bir davetten gelmişti. Acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizimi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olaya müdahale etmişlerdi bile. Ölen o gencecik insanin babasıydı bu doktor ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti. Seni yeniden andım KEREM ruhun şad olsun hayattaki bir saatlik dost bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost. 1986
MUTLAKA 2-3 Ayda bir bu yazıyı okurum ben. Size de tavsiye ediyorum.
Dostluk her gün 2-3 kere telefonla konuşmak değildir...
Dostluk yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri sırasında diğer insanların dedikodusunu yaparak karşılıklı bir şeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...
Dostluk; dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme ihtiyacı ve gereği değildir... Dostluk; dost bildiğin kişinin senin en karışık detaylarını bilmesi gerektiği de değildir...
Dostluk her hafta 3-5 kere görüşmek değildir...
1 ay, 1 sene, 5sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insani birdenbire arayıp, dertleşmek, hatır sormak istersen ve o insan da seni Geri Çevirmez ve sanki daha az Önce konuşmuşsun gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse, ve daha da önemlisi bu 1 ay, 1 sene, 5 sene ayrılığa rağmen bu insanin başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen, ve ayni şekilde onun da Öyle olduğunu biliyorsan EMINOL Kİ O kişi senin DOSTUNDUR... Sen de O'nun...
'Her tür ilişki avuç içinde duran kum taneleri gibidir. Avucumuzu sıkmadan, gevşekçe tutarsak, kum taneleri kaymaz, durur. Avucumuzu kapatıp, sıkmaya başladığımız an kum taneleri parmaklarımızın arasından akmaya baslar. Bir kısmını tutmayı başarsanız da, Çoğu akıp gider. İlişkiler de böyledir. Esneklik varsa, diğer insana saygı duyuluyor ve özgürlük tanınıyorsa ilişkiler bozulmaz. Ama diğer insanı Çok bunaltırsanız ilişki de yavaş yavaş bozulur ve biter. Hayatta pek Çok insanla karsılaşırsın Ama sadece gerçek dostlar senin kalbinde bir iz bırakır.'
GERÇEK DOSTLARINIZI BULUP HİÇ KAYBETMEMENIZ DİLEĞİYLE!!!
Alıntı

Gerçek dostları bulduğumuzda anlamak, anladığımızda bir daha kaybetmemek üzere sarılmak gerek sanırım...

17 Mayıs 2011 Salı

KALİTELİ OLMAK



Herkesin dilindedir bu sözcük, dilindedir de nedir bu kaliteli olmak?
Kaliteli olmak; sabah evinizden çıkarken ailenizin arkanızdan hayır dua etmesidir!
Kaliteli olmak; komşularınıza hasta olduklarında bir çorba ısıtacak kadar yakın, evlerine kaçta girip kaçta çıktıklarıyla, evlerine kimin geldiğiyle ilgilenmeyecek kadar da mesafeli olmaktır!
Kaliteli olmak; bir dostunuzla iyi iken sizinle paylaştığı şeyleri, günün birinde dargın düştüğünüzde saklamayı bilmektir!
Kaliteli olmak; ırk, din, dil, cinsiyet, renk, şekil ayrımı yapmaksızın insanlara ve diğer yaratılmışlara önyargısız bakabilmektir!
Başta kendisi olmak üzere karşısındaki kişi (makam-mevkisi ne olursa) çocuk bile olsa saygılı olmaktır. "Herkes bir krala karşı kibar olabilir. Ancak bir dilenciye karşı kibar olabilmek için kaliteli bir insan olmak gereklidir".
Kaliteli olmak; üstünüz başınızın "marka" giysilerle kuşanmış olması değil, yüreğinize kaç kişi sığdırabildiğinizdir!
Kaliteli olmak; her yeni öğrendiği bilgi yüzünden daha önce kendisinin de bilmediğini unutarak o bilgiyi bilmeyenlere karşı yukardan bakmamak, ama alçakgönüllü olacağım diye de "cahil" karşısında susmamaktır!
Kaliteli olmak; yüreğinde nefret tohumları yerine, sevgi çiçekleri barındırabilmek ve bunu yaparken de bir karşılık beklememektir!
Kaliteli olmak; bir yarışı, bir mücadeleyi kaybettiğinde, kazananı alkışlamayı bilmektir!
Kaliteli olmak; insanların arasını bozmak için değil, düzeltmek için uğraşmaktır!
Kaliteli olmak; karşındaki insana güvenmektir!
Kaliteli olmak; hoşgörülü olmak, herkesin bir insan olduğunu, herkesin hatalar yapabileceğini aklımızdan çıkarmamaktır!
Kaliteli olmak; bir haksızlık karşısında, haksızlığın bize yapılıp yapılmadığına bakmaksızın ortada bir haksızlık olduğunu söyleyebilmektir! Ve gereğini yapmaktır.
Dünyada geçici bir süre size verilmiş her türlü makamdayken egonuzdan, kişisel zaafiyetlerden, menfaatlerden uzak davranmaktır!
Kaliteli olmak; yukarıda sayılan güzellikleri yaşayarak ortaya koymaktır.
Kaliteli olmak; dengeli ve ölçülü davranmak, ölçüyü kaçırmamaktır.
Kaliteli olmak; sadece kendi ve ailesine değil içinde bulunduğu topluma, hatta insanlığa katkı sağlayacak çalışmalar yapmaktır.
Kaliteli olmak; zamanın en büyük nimet olduğu bilinci ile zamanı en iyi kullanmak ve yönetmektir.
Kaliteli olmak; başkalarının sizin elinizden, dilinizden vs. emin olmasıdır.
Kaliteli olmak; size emanet edilen her şeyi (söz, eşya, para gibi) korumak ve hak sahibine aldığınız gibi teslim etmektir.
Kaliteli olmak; verdiği sözde durmaktır.
Kaliteli olmak; adaleti gözeterek davranmaktır.
Kaliteli olmak; özgüvenli olmaktır ancak kibirli olmamaktır.
Kaliteli olmak; her türlü kötü huydan (iki yüzlülük, çekememezlik, hasetlik, kıskançlık, yalan, kötü niyet, merhametsizlik vs. ) uzak yaşamaktır.
Kaliteli olmak; ince düşünceli ve nezaket sahibi olmaktır.
Kaliteli olmak; problem üretmek ve problemin parçası olmak yerine çözüm üretmektir.
Kaliteli olmak; yaptığı iş ne olursa olsun, en iyi yapmaktır.
Kaliteli olmak; bilgiye ve eğitime önem vermektir.
Kaliteli olmak; özverili olmaktır.
Kaliteli olmak; paylaşımcı olmaktır.
Alıntı

Bu yazıdan sonra aklıma şöyle bir soru geliyor.
-Ne kadar kaliteliyiz?

15 Mayıs 2011 Pazar

HER ŞEY TAMAM,BİR ŞEY EKSİK


Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.
Sadi
İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz.”Yalnız kalmak istiyorum” demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak mekanlar oluşturup yan yana geliyoruz. Şakalar
yapıyor,sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize.Ama birden bir kurt düşüyor içimize.”Bir şey eksik” diyoruz.”Bir şey eksik ama ne?..”
***
Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş
coğrafyası açılıyor.Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz. Düşünüyoruz, eksik olan ne?.
***
Ders çalışıyoruz geceler boyu.Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın.Küllükler bir boşalıp bir doluyor. Okulu bitirirsek her şeyin yoluna gireceğine İnanıyoruz.İnanıyoruz ki,şu koridorlardan,,ay başında beklenen harçlıklardan, sıkıcı anfilerden kurtulduğumuzda her şey yoluna girecek. Okulun uzaması ödümüzü koparıyor neredeyse. Nihayet gülümseyerek bakıyoruz, duvarlara öylesine asılmış, buruşuk imtihan sonuçlarına.Yumruğumuzu sıkarak, “bitti” diyoruz, “işte
bitti, şükürler olsun.” Fakat birden kaçıyor hevesimiz. Bir şeyin hiç bitmediğini, hiç bitmeyeceğini anlıyoruz. Kafamızı kurcalıyor bu eksiklik. Bitmeyenin ne olduğunu soruyoruz kendimize
hücumla.Hevesimiz kursağımızda kalıyor.Bir eksikle ayrılıyoruz koridorlardan…
***
Cebimiz para görürse, hayatın yoluna gireceğini düşünüyoruz. Kapılar aşındırıyoruz bu yüzden.Dil döküyoruz boyunları yağdan kaybolmuş, gözleri karanlık bir kuyudan bakan patronlara. Bütün becerilerimizi sıralıyoruz, beceremediklerimizi bile. Nihayet gözüne giriyoruz, bize kuşkuyla bakan ketum cebin. Müjdelerle koşuyoruz ev halkına, arkadaşlara. Herkese söz verdiğimiz ilk maaşla, yine herkese az buçuk bir şeyler alıyoruz. Kuyruğu doğruluyor böylelikle işimizin. Ama bir sabah işe giderken, o malum kuşku oyuyor içimizi.Asıl eksik olanın işimiz olmadığını, başka bambaşka bir şeyin eksik olduğunu hatırlatıyor uyuklayan belleğimize. Yırtınmaya başlıyor belleğimiz: ”Bir şey eksik, ama ne?..”
***
Aşık oluyoruz o kocaman eksiği telafi etmek için. Geceler boyunca yıldızları sayıyoruz, uykumuza veda ediyoruz aşk için. Bütün çıkarcılığımız bitiyor aşk kapıyı çalınca. Gözlerimiz cennetten koparılmış bir parça gibi bakıyor hayata. Dilenciye merhamet ediyoruz mesela, cebimizi sebil gibi açıyoruz herkese. Herkesten bize dua etmesini istiyoruz: aşk için. Öylesine kırılgan, öylesine çaresiz bekliyoruz ki sevdiğimizi, gecikmesi akla hayale gelmedik endişeler doluşturuyor içimize. Ve şu hain endişe: acaba aşk bitti mi? Birden bütün kalabalığın arasında onu görüyoruz.
Yeniden dönmeye başlıyor dünya. Irmaklar yeniden akıyor. Göğsümüzde hesapsız bir ferahlık,”hoş geldin” diyoruz. Gelin görün ki günle rin cenderesine nasıl sıkışıyor bir yerimiz. Aşkın bile telafi edemediği bir şeyin eksik kaldığını kavrıyoruz dehşetle. Bitkinlikle soruyoruz: “aşk değilse ne?...”
***
Sonra annelerimize dönüyoruz yeniden. Dünyadaki en korunaklı sığınağımıza. Bütün yaşadıklarımızı bütün yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp, onun ocağındaki aşı yudumluyoruz iştahla. Tam karşımıza geçip hevesle bizi seyrediyor anne. Göğsünden hayata uğurladığı kırlangıcı. Hevesi azalmasın diye, daha bir kocaman alıyoruz lokmaları ağzımıza. Gizli bir oyun başlıyor anneyle çocuk arasında. Çok iyi hatırlanan, çok eskilerde kalmış. Sonra yumuşak yataklar seriyor altımıza. Gece bir girip bir çıkıyor odamıza merakla: acaba yorganı tekmeleyip üstümüzü açtık mı? Mahsus üstümüzü açıyoruz azcık; gelip nizama sokuyor yorganı, kafamızı yastığa gömüyoruz, yeşil yosuna sokulan kuğunun başı gibi. Ama birden, bizim aralanmasın diye can attığımız bir sorunun üstü açılıyor, yılan gibi kıvrılıyor yorganın içinde. İniltiyle dökülüyor ağzımızdan cümleler: “ Allah’ım, bir şey eksik ama ne?...”
***
Sonra gelecek günlerimizi boyadığımız tablonun renkleri karışıyor birbirine. Hep kaçtığımız o soruyu soruyoruz kendimize:”Yoksa eksik olan biz miyiz?...”
Alıntı

11 Mayıs 2011 Çarşamba

BENİM ADIM SABAH

Okuyunca etkilendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Kimin olduğunu bilmiyorum ama ellerine sağlık çok güzel yazmış...



Bir bebeği koklayınca için ısınıyorsa sevinçten...
Bereketli bir tarlada, rasgele bir buğday başağı olmak istiyorsan…
Veya bir kum tanesi hissediyorsan kendini bazen…
Ve güneş alnını, dalgalar ayaklarını okşuyorsa…
Göğsünü gere gere tebessüm edip kucaklamak istiyorsan dünyayı…
Yaşamak sevmektir diyorsan…
Kollarını aç...
Geliyorum.

Benim adım sabah...
Güneşin doğduğu yerde taze bir başlangıcım...
Meltem tebessümüyle bakarım gözlerine
İçini yakar, içini serinletirim.
Üşümeyi de seversin, ısınmayı da...

Benim adım sabah!
Eğer gözlerini açabilirsen görürsün beni,
Anlarsın yalnız olmadığını...
Her duyguna bin duygu katarım peri masallarından çalınmış.
Elimi tuttuğunda, tutabildiğinde korkuyu, sıkıntıyı, acıyı unutursun.
Ağlamayı unutursun...

Toprağa yalınayak basmanın mutluluğunu öğretirim sana...
Kırlarda dolaşmanın sevincini,
Yağmurda yıkanmanın tadını öğretirim...
Selam vermenin sevgiyi nasıl çoğalttığını görürsün erken vakitlerde...
Gülmenin hayatı nasıl aydınlattığını...

Benim adım sabah...
Özlemeyi biliyorsan tebessüm et!
Beklemeyi biliyorsan sabret!
Geliyorum...
Bir sır var beni örten...
Bir sır var düne kadar tanışmıyor olmamıza sebep...
Ve bir sır var her gecenin sonunda elimi tutabilmen için.
Küçücük bir sır.
Paylaş beni...
Ve ben ol!

Her sabah uyandığında duyarsın kokumu...
Benim adım sabah...
Sevgiye başlangıcım!
Alıntı

2 Mayıs 2011 Pazartesi

ARA SONRASI


Uzun bir aradan sonra yeniden yayına başladık. Bir veya bir kaç kişi sanırım kimler bilmiyorum yaptıkları nedeniyle bloglar açılmıyordu.
Uzun aradan sonra yeniden birlikte olmak güzel bir duygu. Neler oldu neler. Blog yayına kapanalı. Yeni bir hobi keşfettim. Sanırım biraz pahalı ve zorlu. Kıl testere ile bişiler yapmak. Sonra sınavlarım vardı onları verdim. 2 Zayıfım var. Onlarıda geçerim diye ümit ediyorum.
Kitap okumaya devam... Şu sıra elimde Aşk dile gelince diye bir kitap var. Mevlananın eserlerinden alıntılar olan. Bitireyim bi beğenirsem tavsiyelerime ekleyecem nasipse.
Birde kurban olduğum Allah2ım bu yıl kışı uzun mu tuttu ne... Havalar biraz insanlar gibi oldu dengesizleşti sanki...
En azından bu sıralar sıcaklar başladı... Hadi hayırlısı...

17 Şubat 2011 Perşembe

GİDERKEN BANA BİRŞEYLER SÖYLE

Son zamanlarda okumuş olduğum bir kitap. Çok faydalandım. Psikoloji konusunda yazılmış ve ölümle ilgili ilginç tespitleri var.
Kitaptan bir kaç alıntı;
"Dürüst ve erdemli davranışlar ahlakın ta kendisidir."

"Hayran olmakla sevilmeyi karıştırıyoruz."

"Bir ilişkinin olmazsa olmazı o ilişkiye özen göstermektir. Bu özen kendimizle kurduğumuz ilişkiden başlar, çocuklarımıza, eşimize, akrabalarımıza sonra da diğer insanlara ve varlıklara doğru uzanır."




Bir ilişkiye ilgi duymanın asgari şartı ilişki kurulan varlığı olabildiğince tanımaktır. Aşkın zayıflığı da işte tam buradan gelir. Aşk bir ilişkiden ziyade yoğun hislerin yaşandığı bir haldir. Sevgiye dayalı bir ilişkinin en büyük üstünlüğü özen, ilgi ve tanımadır. Tanımak ne yüze bir erdemdir. Bir insanı sevmek acısıyla ilgilenmektir. Sevgi bir ilişkidir. Yalnızca bir his değil. Sevdiğin kişinin tüm varlığıyla, gelişimiyle ilgilenmektir. Onun varoluşsal açmazlarına, hüzünlerine, endişelerine ilgi duymaktır. İnsana özen göstermenin olmazsa olmazı ise onu dinlemektir. Dinlemek, dinlemek, dinlemek. İlgilenmek aktif bir eylemdir. İlişkiye özen göstermenin diğer asgari şartları da insanları hor görmemek, aşağılamamak, insan haysiyetini korumak, kasti olarak bedensel ve duygusal bir acıya maruz bırakmamak, kimsenin maneviyatına saldırmamak, iradesini kırmaya çalışmamak, kendine bağımlı hale getirmemek, hatırını kırarım yada değişik çeşitli nedenlerle uyarma görevini ihmal etmemektir. Çünkü yanlış yaptığını bildiğin bir insanı üzmek, onun bir yanlışı yapmasına izin vermekten daha iyidir. Ahlaki bir zemini olmayan ilişki sağlıklı, sahici ve samimi bir ilişki değildir. Modern zamanlarda unuttuklarımızdan biri de bu. Hislere odaklanıp, asıl değerli olanı, her ilişkinin bir ahlaki zemininin olması gerektiğini unutuyoruz. İnsanlar artık hisleriyle ve bu hislerin verdiği hazla oyalanıyorlar. İki insan arasında yaşananın iyi bir ilişki olduğunun göstergeleri:
1- İyi bir ilişki insana dünyadaki varlığının değerli olduğunu hissettirir, güven verir.
2- İyi bir ilişki kişiye zaaflarını, zayıflıklarını, açmazlarını, kusurlarını fark ettirir, içe bakmayı sağlar.
3- İyi bir ilişki iki tarafı da geliştirir.
4- Ve eğer bir ilişki ebediyete, sonsuzluğa kapı açabiliyorsa o çok iyi bir ilişkidir.




Varoluşuna tanıklık edecek bir çift göz olayım. Bir çift gözüm sende olan bitenin kaydını tutuyor. Bir çift gözle senin öykünü gözlemleyeyim, okuyayım ve hatta onaylayayım. Varlığımı ispatlamak için sana muhtacım.

11 Şubat 2011 Cuma

ADA


Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü, mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş. Ada neredeyse battığı zaman, Aşk, yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.
Zenginlik, "Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!"
"Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim..."
"Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..." Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.
Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir..."
Alıntı

4 Şubat 2011 Cuma

KENAR MAHALLE



Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yasayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir
değerlendirme yapmalarını istemişti. Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişlerdi.
Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve ayni çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi. Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176'sinin olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.
Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetiksin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu. "O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?" sorusuna verdikleri cevap hep ayniydi: "Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde."
Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara
rağmen hala dinç duran bir yaşlı kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu. Yaşlı
öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi: "Çok basit" dedi, "Ben o çocukları çok sevdim."
Alıntı

3 Şubat 2011 Perşembe

NEME LAZIM, NENE LAZIM



İnsanı değerlendiren ve yükselten mes'uliyet duygusudur. Bu duyguyu, bu sorumluluk anlayışını yitiren ve bitiren fert de, toplum da, yiter, biter, gider. Onun için kimse, "Neme lazım, neme gerek!", "Gemisini kurtaran kaptandır", "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" diyemez.
Bizim yolumuz hak yolu, davamız hakkı tutup kaldırmak, hedefimiz de gözlerimizi açıp-kapayıp Allah'ın rızasını araştırmaktır. Bu¬nun için sorumluluk duygusuyla hayatımızı disipline edip, çalışıp, çırpınmak zorundayız.
Büyük İslam âlimlerinden Yahya Efendi ile Kanuni Sultan Süleyman süt kardeştirler. Yahya Efendi, duası makbul keramet ehli bir zattır.
Birgün Kanuni, Osmanlı'nın sonunun nasıl olacağını merak eder ve Yahya Efendi'ye şun-ları yazarak sorar:
'"-Ağabey, sen ilahi sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de, biz Osmanoğullarının akibetinin nasıl olacağını haber ver."
Soruyu okuyan Yahya Efendi, bir kâğıda:
"-Kardeşim, "neme gerek" yazar ve padişaha gönderir.
Cevabı okuyan Kanuni, hayretler içinde kalır. Hemen kayığa biner ve Yahya Efendi'nin, bugünkü Yıldız Parkı'nın yanında bulunan dergâhına gider.
Soru sorup da cevap alamamanın üzüntüsüyle:
"-Ağabey, bu ne iştir? Sualimize cevap vermediniz. Yoksa bir kusur mu işledik? der.
Yahya Efendi:
"-Biz cevap verdik, der. Ancak bunu sizin anlayamamanıza şaşarız." Kanuni:
''-Nasıl cevap verdiniz?' Yahya Efendi:
"-Kardeşim! Bir devlette haksızlık ve zulüm yayılır, bunu işitip görenler de, "neme ge¬rek!" derlerse, mani olmazlarsa; bir koyunu kurt değil de, çoban yerse, bunu bilenler de hakikati söylemezse; fakirlerin, muhtaçların, gariplerin feryadı göklere çıkıp bunlan taşlardan başkası işitmezse, işte o zaman neslinin yok olmasını bekle! Hazineler boşalır, asker itaat etmez, işte o zaman yok olmak zamanıdır.
Kanuni, Yahya Efendi'den hayır dualarını ister ve işittiklerinin hüznü ile oradan ayrılır.
"Neme gerek!" diyenlere, hakettiği gereksiz insan muamelesi yapılır.
Bir de neme lazımla yetinmeyip, nene lazımcılar var!
Bir düşünür "Neme lazımcıları artık seviyorum" der.
Bunu duyanlar, Nasıl olur? Sizin en çok kızdıklannız arasında değil miydi, bu neme lazımcı kokmaz bulaşmazlar."
Bu soruya düşünürün cevabı ilginçtir.
"Efendim, şimdi ortaya çıkan "nene lazımcılar", nemelazımcıları mumla aratıyorlar."
Gerçekten, nemelazımla yetinmeyip, hastalığı başkalarına bulaştırmaya çalışan nenelazımcılar, adeta moral bozmak, milletin şevkini kırmak, hizmetleri engellemek görevlileri gibidirler.
Nemelazımcılar da, nenelazımcılar da çalışan, şuurlu insanları kendilerine benzetmeye çalışırlar.
Aman dikkat..
Ribat Degtisi / H. Atatay

Biz bunların hangisiyiz acaba? Neme lazımcılardan mıyız, Nene lazımcılardan mı? Yoksa üzerine düşen görevi yerine getirenlerden ve kötü örneklerden olmayanlar mı?

24 Ocak 2011 Pazartesi

FIRTINADA UYUMAK

Güzel bir hikaye. Hayatın fırtınalı anlarında kaçımız sakin olup olacakları bekliyor ki? Fırtınalı denizlerde bir deniz feneri görmek, sakin bir liman bulmak günümüzde o kadar zorlaştı ki? Değil mi?



Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaatçıların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vaz geçiyor, burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur diyorlardı.
Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi çiftlik sahibi. 'Sayılır' dedi adam, 'fırtına çıktığında uyuyabilirim'. Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı. Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar:
Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Herşeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.' Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boşverin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.' Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.
Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: A-aa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı.
Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı: 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'
Alıntı

MASAÜSTÜ RESİMLERİ

RESİMLERİN BÜYÜK BOYUTLARI İÇİN ÜZERLERİNE TIKLAYINIZ...








12 Ocak 2011 Çarşamba

HAYAT

Bu hikayeyi defalarca okumuşuzdur. Ancak insanın doğası gereğimidir nedendir bilmem unutkanız oldukça. Hayatta ya kaçan ya kovalayan oluruz. Ama her ne olursak olalım bir mücadele içinde olmamız gerekmektedir. Kaçıyorsak hızlı kaçmalı, kovalıyorsak hızlı kovalamalıyız.
O nedenle eğer baba isek en iyi şekilde babalık yapmalıyız.
Çocuk isek en iyi çocuk olmalıyız. Öğretmen isen en iyi öğretmen, milletvekili ise en iyi millet vekili.
Her nerede isen ve ne yapıyorsan onun hakkını vermeli ve hayatı en değerli şekilde yaşamamız lazım gerektiğinin kısaca altını çizen bir yazı...
Faydalanmak dileklerimle...


Her sabah bir ceylan uyanır Afrika’da kafasında tek bir düşünce vardır. En hızlı koşan aslandan daha hızlı koşabilmek, Yoksa aslana yem olacaktır
Her sabah bir aslan uyanır Afrika’da. Kafasında tek bir düşünce vardır. En yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşabilmek,
Yoksa açlıktan ölecektir. İster aslan olun, İster ceylan olun hiç önemi yok. Yeter ki güneş doğduğunda koşuyor olmanız gerektiğini, Hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilin. Yaşam adlı koşuyu ne kadar güzel anlatmış Afrika atasözü, Bir önceki günden daha hızlı koşmak gerekmektedir. Çünkü eğer aslansanız, Ve en yavaş koşan ceylanı bir önceki gün yakalamışsanız Ve bugün bir ceylan yakalamak niyetindeyseniz, Artık bilmelisiniz ki en yavaş ceylan sizden daha hızlıdır, O halde düne göre hızınızı arttırmanız gerekmektedir. Yok eğer ceylansanız Ve henüz aslana yem olmamışsanız hızınızı düne göre mutlaka arttırmalısınız, Çünkü sıra size gelmiş olabilir.
Yani... Hayat koşusunda, devam edebilmenin tek koşulu var... Dünden daha hızlı olabilmek... Bakın bakalım şimdi kendi kendinize...
Ondan, şundan, bundan değil "Dünden" hızlı mısınız?

2 Ocak 2011 Pazar

Yılbaşı mı, yol başı mı?

Yılbaşı için oldukça söylenecek söz var. Ancak Hekimoğlu İsmail yeteri kadar söylemiş ekleyecek pek birşey yok olduğunu düşündüğümden aynen alıntılıyorum.
Yeni gelen 2011 yılının hepimize güzellikler ve huzur getirmesini diliyorum.
Zamanın kıymetini bilenlerden olalım..




Dünyada hiçbir şeyin bir defalığına ortaya çıkmadığı, geçmişte birçok olayların tekrar tekrar ortaya çıktığı görülmektedir.

Kışla yazın, bitkilerin, hayvanların tekrar tekrar ortaya çıkması gibi... Dünyanın dönüşüyle geceyle gündüzün, bitkilerin çekirdeğiyle tekrar ortaya çıkması gibi... Dünya düzeni bir bütündür.

Şimdi miladi yılbaşı. Yani bir seneyi geride bıraktık. İkinci bir seneye girdik. Ebedi dönüş devam ediyor. Nasıl ki yeni yılda yine güneş doğup batacak, geceler mevsimler birbirini takip edecek; taklidi imanda olanlar aynı inancı devam ettirecekler. Ahlak yenilenmemişse, aynı ahlak devam edecek.

Karın erimesiyle suya dönüşmesi, suyu toprağın emmesi böylece bitkilerin neşvü nema olması gibi çok yavaş ve gizli bir değişim olacak. Geçen sene yapılan silahlar satılmadı.

Yılbaşının gelmesi önemli değil. Şimdi, bu yılbaşında ayağa kalkalım. Önümüzdeki sene nasıl olmalı? Ben ne yapmalıyım? Aile hayatım nasıl devam edecek? İş hayatıma nasıl yenilik getireceğim? Aklımı nerede kullanacağım? Acaba Allah'ın verdiği organları Allah'ın emrinde çalıştıracak mıyım? Bunları düşünelim.

Bu yılbaşı sadece bizim yılbaşımız değil ki! Mesela koyunlar da yılbaşına girecek. Koyunlar bu sene neyse gelecek sene de öyle olacak. Hiçbir değişiklik olmayacak onlarda...

İnsanı hayvandan ayıran iki özellik vardır. Biri ilim, diğeri din. Natürist felsefe, tabiatı putlaştırdı. Çünkü iman başka, inanç başkadır. İnanç umumidir. Budistlerin Buda'nın heykeline tapması inançtır, iman değildir. Natüristlerin tabiata tapması inançtır, iman değildir. Allah indinde din İslamiyet'tir. İnançlara din denilmesi büyük bir yanlıştır.

Demek ki yeni yıl pek çok manevi ve maddi problemlerle geliyor.

Yıllar önce Madrid'de boğa güreşi seyrettim. Arenadan çıkarken kendi kendime şöyle söyledim: Eğer bu boğalar birinci boğanın başına gelen felaketleri bilselerdi, okusalardı matadorun elinde oyuncak olmazlardı. Tarih tekerrür eder. İbret alınmamışsa...

Yeni yıla girerken evvela geçmiş yıllara bakacağız. Şimdiye kadar ne yaptım?

Yeni yıla girmek, yeni bir eve taşınmak gibidir. O evde mesut olmamız lazım, okumamız lazım, ibadet etmemiz lazım.

Kocaman bir yıl var önümüzde. Zamanın kıymetini bilmeyen zamanla kıymetsiz olur.
Hekimoğlu İsmail

PaidVerts
my space statistics