30 Mayıs 2011 Pazartesi

BİR ÖMÜR BOYU


Düşlerin parlayıp söndüğü yerde
Buluşmak seninle bir akşamüstü
Umarsız şarkılar dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak gözlerine, sığınmak, bir akşamüstü
Gözlerin bir çığlık bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Bir orman bir gece kar altındayken
Çocuksu, uçarı koşmak seninle
Elini avucum da bulup yitirmek, yitirmek
Sığınmak ellerine sığınmak bir gece vakti
Ellerin bir martı telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken
Bir kenti böylece bırakıp gitmek
İçinde bin kaygı bin bir soruyla
Bitmemiş bir şarkı dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu...
Alıntı

21 Mayıs 2011 Cumartesi

BİR SAATLİK DOST



Hızlı bir çalışma temposunun ardından saatin beş olduğunu Kat nöbetini devretmeye gelen hemşire arkadaşlar sayesinde fark etmiştik. Yoğun bir servisti çalıştığım servis, çocuk servisleri hastanelerin en yoğun ve gürültülü olan servisleridir. Artık günün yoğunluğu geçmiş servis sessiz bir hal almıştı aksam tedavilerini henüz bitirmiş ofiste çay içmeye gitme telaşındaydım Çünkü o günün ilk çayını içme fırsatı yakaladım diye kendi kendime düşünüyordum. Kep dağılmış saç baş karışmış yorgun bitkin bir haldeydim tedavi odasından çıktığımda. Aynada kendimi tanıyamadım. ofise geldiğimde hemşire odasının telefonu çalıyordu. Oturduğum yerden büyük bir güçlükle ayağa kalktım ve telefona gittim karşıdaki ses acilde trafik yaralılarının olduğunu içlerinde Çocuklarında bulunduğunu, damar bulamadıklarından dolayı acile yardıma gelmemi söylüyordu. Tüm yorgunluğumu unutmuş hızla acil servisine yönelmiştim ki diğer telefonda nöbetçi hekimin nöbetçi beyin cerrahı hekimiyle gelip gelmeme konusundaki tartışmasını duydum.
Nöbetçi hekimin sesi ortalığı çınlatıyordu:
- Ne yapalım? Bırakalım ölsün mü bu insanlar? Gelmek zorundasınız!
- Gittiğiniz davet beni ilgilendirmez! Nöbet değiştirseydiniz
- Siz Hipokrat yemini etmediniz mi?
Konuşma böyle sürüp giderken gelen asansöre binerek koşarak acil servisine gittim Her yer kan revan içinde ağlayan koşuşturan yakınını bulmaya çalışan bir yığın insan vardı bu kalabalıkta sağlıklı bir iş nasıl yapılırdı bilmiyordum ama her kez elinden geleni birilerine bakma gayretini gösteriyordu. Acil serviste yatak kalmamış sedyelere insanlar yatırılıp ilk müdahale yapılıncaya kadar bekletiliyor yetersiz kalan personel yerine hastaları yukarı sevk edilen servise aileleri çıkartıyordu. Onca kazazede içinde başında kimsesi olmayan ama durumu da oldukça ağır 15-17 yaş arası bir genç vardı gerekli müdahalesi yapılmış fakat sevk edildiği beyin cerrahi hekimi henüz görev yerine gelmediği için orada bekletiliyordu. Kendime ait serum ve tedavileri uyguladıktan sonra o çocuğun başına giderek ilgilenmeye çalıştım şuuru yerindeydi konuştuklarımı anlıyor fakat cevap veremiyordu son anlarını yaşadığını görüyor ve yalnız olduğu için korkunç derecede
üzülüyordum onu orada yalnız bırakamıyordum. Zaten ben onunla ilgilenirken acil servis boşalmış, tüm hastalar gerekli servislere dağıtılmıştı. Ellerimi sımsıkı tutuyordu, bırakma dercesine gözlerinden yaşlar süzüldükçe kendimi ben de tutamaz hale gelmiştim, eğildim yanaklarından öptüm. 'Bırakmayacağım seni sakin ol, Üzülme sakin' diyordum hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu insana anlatılmaz bir yakınlık hissediyor, sanki onun acısının aynısını çekiyordum. Çok acı çekiyordu hem yalnızlığından hem de geçirmiş olduğu beyin travmasından. Ne kadar süre daha onunla kaldığımı hatırlamıyorum. Avucumu bırakmasıyla kendime geldim. O artık aramızda değildi, bu dünyayı terk etmişti ve ben gelmeyen doktoru suçluyor içimden Lanetler yağdırıyordum. Derken beyin cerrahı hekim gelmişti. Hastanın daha doğrusu ex (Ölmüş) gencin üzerindeki çarşafı almamı söyledi. Çarşafı kaldırdığımda doktorun hiç bir şey söyleme fırsatı olmadan yere düştüğünü gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yemekli bir davetten gelmişti. Acaba çok mu sarhoştu ya da kalp krizimi geçiriyordu diye düşünürken diğer hekim arkadaşları olaya müdahale etmişlerdi bile. Ölen o gencecik insanin babasıydı bu doktor ve kendi evladının tedavisi için çok geç kalmıştı ne yazık ki. Kötü günde oğlunun acısıyla felç geçirmiş ve görevine yeniden dönememişti. Seni yeniden andım KEREM ruhun şad olsun hayattaki bir saatlik dost bana yıllardır yaşattığın tecrübeyle dost kalan dost. 1986
MUTLAKA 2-3 Ayda bir bu yazıyı okurum ben. Size de tavsiye ediyorum.
Dostluk her gün 2-3 kere telefonla konuşmak değildir...
Dostluk yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri sırasında diğer insanların dedikodusunu yaparak karşılıklı bir şeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...
Dostluk; dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme ihtiyacı ve gereği değildir... Dostluk; dost bildiğin kişinin senin en karışık detaylarını bilmesi gerektiği de değildir...
Dostluk her hafta 3-5 kere görüşmek değildir...
1 ay, 1 sene, 5sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insani birdenbire arayıp, dertleşmek, hatır sormak istersen ve o insan da seni Geri Çevirmez ve sanki daha az Önce konuşmuşsun gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse, ve daha da önemlisi bu 1 ay, 1 sene, 5 sene ayrılığa rağmen bu insanin başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen, ve ayni şekilde onun da Öyle olduğunu biliyorsan EMINOL Kİ O kişi senin DOSTUNDUR... Sen de O'nun...
'Her tür ilişki avuç içinde duran kum taneleri gibidir. Avucumuzu sıkmadan, gevşekçe tutarsak, kum taneleri kaymaz, durur. Avucumuzu kapatıp, sıkmaya başladığımız an kum taneleri parmaklarımızın arasından akmaya baslar. Bir kısmını tutmayı başarsanız da, Çoğu akıp gider. İlişkiler de böyledir. Esneklik varsa, diğer insana saygı duyuluyor ve özgürlük tanınıyorsa ilişkiler bozulmaz. Ama diğer insanı Çok bunaltırsanız ilişki de yavaş yavaş bozulur ve biter. Hayatta pek Çok insanla karsılaşırsın Ama sadece gerçek dostlar senin kalbinde bir iz bırakır.'
GERÇEK DOSTLARINIZI BULUP HİÇ KAYBETMEMENIZ DİLEĞİYLE!!!
Alıntı

Gerçek dostları bulduğumuzda anlamak, anladığımızda bir daha kaybetmemek üzere sarılmak gerek sanırım...

17 Mayıs 2011 Salı

KALİTELİ OLMAK



Herkesin dilindedir bu sözcük, dilindedir de nedir bu kaliteli olmak?
Kaliteli olmak; sabah evinizden çıkarken ailenizin arkanızdan hayır dua etmesidir!
Kaliteli olmak; komşularınıza hasta olduklarında bir çorba ısıtacak kadar yakın, evlerine kaçta girip kaçta çıktıklarıyla, evlerine kimin geldiğiyle ilgilenmeyecek kadar da mesafeli olmaktır!
Kaliteli olmak; bir dostunuzla iyi iken sizinle paylaştığı şeyleri, günün birinde dargın düştüğünüzde saklamayı bilmektir!
Kaliteli olmak; ırk, din, dil, cinsiyet, renk, şekil ayrımı yapmaksızın insanlara ve diğer yaratılmışlara önyargısız bakabilmektir!
Başta kendisi olmak üzere karşısındaki kişi (makam-mevkisi ne olursa) çocuk bile olsa saygılı olmaktır. "Herkes bir krala karşı kibar olabilir. Ancak bir dilenciye karşı kibar olabilmek için kaliteli bir insan olmak gereklidir".
Kaliteli olmak; üstünüz başınızın "marka" giysilerle kuşanmış olması değil, yüreğinize kaç kişi sığdırabildiğinizdir!
Kaliteli olmak; her yeni öğrendiği bilgi yüzünden daha önce kendisinin de bilmediğini unutarak o bilgiyi bilmeyenlere karşı yukardan bakmamak, ama alçakgönüllü olacağım diye de "cahil" karşısında susmamaktır!
Kaliteli olmak; yüreğinde nefret tohumları yerine, sevgi çiçekleri barındırabilmek ve bunu yaparken de bir karşılık beklememektir!
Kaliteli olmak; bir yarışı, bir mücadeleyi kaybettiğinde, kazananı alkışlamayı bilmektir!
Kaliteli olmak; insanların arasını bozmak için değil, düzeltmek için uğraşmaktır!
Kaliteli olmak; karşındaki insana güvenmektir!
Kaliteli olmak; hoşgörülü olmak, herkesin bir insan olduğunu, herkesin hatalar yapabileceğini aklımızdan çıkarmamaktır!
Kaliteli olmak; bir haksızlık karşısında, haksızlığın bize yapılıp yapılmadığına bakmaksızın ortada bir haksızlık olduğunu söyleyebilmektir! Ve gereğini yapmaktır.
Dünyada geçici bir süre size verilmiş her türlü makamdayken egonuzdan, kişisel zaafiyetlerden, menfaatlerden uzak davranmaktır!
Kaliteli olmak; yukarıda sayılan güzellikleri yaşayarak ortaya koymaktır.
Kaliteli olmak; dengeli ve ölçülü davranmak, ölçüyü kaçırmamaktır.
Kaliteli olmak; sadece kendi ve ailesine değil içinde bulunduğu topluma, hatta insanlığa katkı sağlayacak çalışmalar yapmaktır.
Kaliteli olmak; zamanın en büyük nimet olduğu bilinci ile zamanı en iyi kullanmak ve yönetmektir.
Kaliteli olmak; başkalarının sizin elinizden, dilinizden vs. emin olmasıdır.
Kaliteli olmak; size emanet edilen her şeyi (söz, eşya, para gibi) korumak ve hak sahibine aldığınız gibi teslim etmektir.
Kaliteli olmak; verdiği sözde durmaktır.
Kaliteli olmak; adaleti gözeterek davranmaktır.
Kaliteli olmak; özgüvenli olmaktır ancak kibirli olmamaktır.
Kaliteli olmak; her türlü kötü huydan (iki yüzlülük, çekememezlik, hasetlik, kıskançlık, yalan, kötü niyet, merhametsizlik vs. ) uzak yaşamaktır.
Kaliteli olmak; ince düşünceli ve nezaket sahibi olmaktır.
Kaliteli olmak; problem üretmek ve problemin parçası olmak yerine çözüm üretmektir.
Kaliteli olmak; yaptığı iş ne olursa olsun, en iyi yapmaktır.
Kaliteli olmak; bilgiye ve eğitime önem vermektir.
Kaliteli olmak; özverili olmaktır.
Kaliteli olmak; paylaşımcı olmaktır.
Alıntı

Bu yazıdan sonra aklıma şöyle bir soru geliyor.
-Ne kadar kaliteliyiz?

15 Mayıs 2011 Pazar

HER ŞEY TAMAM,BİR ŞEY EKSİK


Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.
Sadi
İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz.”Yalnız kalmak istiyorum” demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak mekanlar oluşturup yan yana geliyoruz. Şakalar
yapıyor,sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize.Ama birden bir kurt düşüyor içimize.”Bir şey eksik” diyoruz.”Bir şey eksik ama ne?..”
***
Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş
coğrafyası açılıyor.Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz. Düşünüyoruz, eksik olan ne?.
***
Ders çalışıyoruz geceler boyu.Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın.Küllükler bir boşalıp bir doluyor. Okulu bitirirsek her şeyin yoluna gireceğine İnanıyoruz.İnanıyoruz ki,şu koridorlardan,,ay başında beklenen harçlıklardan, sıkıcı anfilerden kurtulduğumuzda her şey yoluna girecek. Okulun uzaması ödümüzü koparıyor neredeyse. Nihayet gülümseyerek bakıyoruz, duvarlara öylesine asılmış, buruşuk imtihan sonuçlarına.Yumruğumuzu sıkarak, “bitti” diyoruz, “işte
bitti, şükürler olsun.” Fakat birden kaçıyor hevesimiz. Bir şeyin hiç bitmediğini, hiç bitmeyeceğini anlıyoruz. Kafamızı kurcalıyor bu eksiklik. Bitmeyenin ne olduğunu soruyoruz kendimize
hücumla.Hevesimiz kursağımızda kalıyor.Bir eksikle ayrılıyoruz koridorlardan…
***
Cebimiz para görürse, hayatın yoluna gireceğini düşünüyoruz. Kapılar aşındırıyoruz bu yüzden.Dil döküyoruz boyunları yağdan kaybolmuş, gözleri karanlık bir kuyudan bakan patronlara. Bütün becerilerimizi sıralıyoruz, beceremediklerimizi bile. Nihayet gözüne giriyoruz, bize kuşkuyla bakan ketum cebin. Müjdelerle koşuyoruz ev halkına, arkadaşlara. Herkese söz verdiğimiz ilk maaşla, yine herkese az buçuk bir şeyler alıyoruz. Kuyruğu doğruluyor böylelikle işimizin. Ama bir sabah işe giderken, o malum kuşku oyuyor içimizi.Asıl eksik olanın işimiz olmadığını, başka bambaşka bir şeyin eksik olduğunu hatırlatıyor uyuklayan belleğimize. Yırtınmaya başlıyor belleğimiz: ”Bir şey eksik, ama ne?..”
***
Aşık oluyoruz o kocaman eksiği telafi etmek için. Geceler boyunca yıldızları sayıyoruz, uykumuza veda ediyoruz aşk için. Bütün çıkarcılığımız bitiyor aşk kapıyı çalınca. Gözlerimiz cennetten koparılmış bir parça gibi bakıyor hayata. Dilenciye merhamet ediyoruz mesela, cebimizi sebil gibi açıyoruz herkese. Herkesten bize dua etmesini istiyoruz: aşk için. Öylesine kırılgan, öylesine çaresiz bekliyoruz ki sevdiğimizi, gecikmesi akla hayale gelmedik endişeler doluşturuyor içimize. Ve şu hain endişe: acaba aşk bitti mi? Birden bütün kalabalığın arasında onu görüyoruz.
Yeniden dönmeye başlıyor dünya. Irmaklar yeniden akıyor. Göğsümüzde hesapsız bir ferahlık,”hoş geldin” diyoruz. Gelin görün ki günle rin cenderesine nasıl sıkışıyor bir yerimiz. Aşkın bile telafi edemediği bir şeyin eksik kaldığını kavrıyoruz dehşetle. Bitkinlikle soruyoruz: “aşk değilse ne?...”
***
Sonra annelerimize dönüyoruz yeniden. Dünyadaki en korunaklı sığınağımıza. Bütün yaşadıklarımızı bütün yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp, onun ocağındaki aşı yudumluyoruz iştahla. Tam karşımıza geçip hevesle bizi seyrediyor anne. Göğsünden hayata uğurladığı kırlangıcı. Hevesi azalmasın diye, daha bir kocaman alıyoruz lokmaları ağzımıza. Gizli bir oyun başlıyor anneyle çocuk arasında. Çok iyi hatırlanan, çok eskilerde kalmış. Sonra yumuşak yataklar seriyor altımıza. Gece bir girip bir çıkıyor odamıza merakla: acaba yorganı tekmeleyip üstümüzü açtık mı? Mahsus üstümüzü açıyoruz azcık; gelip nizama sokuyor yorganı, kafamızı yastığa gömüyoruz, yeşil yosuna sokulan kuğunun başı gibi. Ama birden, bizim aralanmasın diye can attığımız bir sorunun üstü açılıyor, yılan gibi kıvrılıyor yorganın içinde. İniltiyle dökülüyor ağzımızdan cümleler: “ Allah’ım, bir şey eksik ama ne?...”
***
Sonra gelecek günlerimizi boyadığımız tablonun renkleri karışıyor birbirine. Hep kaçtığımız o soruyu soruyoruz kendimize:”Yoksa eksik olan biz miyiz?...”
Alıntı

11 Mayıs 2011 Çarşamba

BENİM ADIM SABAH

Okuyunca etkilendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Kimin olduğunu bilmiyorum ama ellerine sağlık çok güzel yazmış...



Bir bebeği koklayınca için ısınıyorsa sevinçten...
Bereketli bir tarlada, rasgele bir buğday başağı olmak istiyorsan…
Veya bir kum tanesi hissediyorsan kendini bazen…
Ve güneş alnını, dalgalar ayaklarını okşuyorsa…
Göğsünü gere gere tebessüm edip kucaklamak istiyorsan dünyayı…
Yaşamak sevmektir diyorsan…
Kollarını aç...
Geliyorum.

Benim adım sabah...
Güneşin doğduğu yerde taze bir başlangıcım...
Meltem tebessümüyle bakarım gözlerine
İçini yakar, içini serinletirim.
Üşümeyi de seversin, ısınmayı da...

Benim adım sabah!
Eğer gözlerini açabilirsen görürsün beni,
Anlarsın yalnız olmadığını...
Her duyguna bin duygu katarım peri masallarından çalınmış.
Elimi tuttuğunda, tutabildiğinde korkuyu, sıkıntıyı, acıyı unutursun.
Ağlamayı unutursun...

Toprağa yalınayak basmanın mutluluğunu öğretirim sana...
Kırlarda dolaşmanın sevincini,
Yağmurda yıkanmanın tadını öğretirim...
Selam vermenin sevgiyi nasıl çoğalttığını görürsün erken vakitlerde...
Gülmenin hayatı nasıl aydınlattığını...

Benim adım sabah...
Özlemeyi biliyorsan tebessüm et!
Beklemeyi biliyorsan sabret!
Geliyorum...
Bir sır var beni örten...
Bir sır var düne kadar tanışmıyor olmamıza sebep...
Ve bir sır var her gecenin sonunda elimi tutabilmen için.
Küçücük bir sır.
Paylaş beni...
Ve ben ol!

Her sabah uyandığında duyarsın kokumu...
Benim adım sabah...
Sevgiye başlangıcım!
Alıntı

2 Mayıs 2011 Pazartesi

ARA SONRASI


Uzun bir aradan sonra yeniden yayına başladık. Bir veya bir kaç kişi sanırım kimler bilmiyorum yaptıkları nedeniyle bloglar açılmıyordu.
Uzun aradan sonra yeniden birlikte olmak güzel bir duygu. Neler oldu neler. Blog yayına kapanalı. Yeni bir hobi keşfettim. Sanırım biraz pahalı ve zorlu. Kıl testere ile bişiler yapmak. Sonra sınavlarım vardı onları verdim. 2 Zayıfım var. Onlarıda geçerim diye ümit ediyorum.
Kitap okumaya devam... Şu sıra elimde Aşk dile gelince diye bir kitap var. Mevlananın eserlerinden alıntılar olan. Bitireyim bi beğenirsem tavsiyelerime ekleyecem nasipse.
Birde kurban olduğum Allah2ım bu yıl kışı uzun mu tuttu ne... Havalar biraz insanlar gibi oldu dengesizleşti sanki...
En azından bu sıralar sıcaklar başladı... Hadi hayırlısı...

PaidVerts
my space statistics