30 Mart 2010 Salı

SEVGİ NEYDİ?


"Neydi sevgi, dış mıydı, yoksa iç mi;
zahir miydi, yahut bâtın mı;
kalıp mıydı, ya ki can mı?...

Sevgi neydi sahi?
Bir mektubun ilk satırı mıydı, bir telefondaki ilk ses mi? İnsanı mutlu eden o ilk satır mıydı defelarca okunan, yoksa ilk satır arayışları mı tekrar be tekrarlanan?
Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten,
yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları mı?...

Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi, kâh hüzünle, kâh mutlulukla hatırlanan. belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i İlahi''de ve sınavı geçmekti ercesine.
Sevgi bir tevbeydi, nasûh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda.
Ömür geçer de ad kalır...
İskender Pala

SİMURG



“Katlanmasını bilen için
hiçbir acı önemli değildir.”

SİMURG
Her gece sana ulaşmak için sevgi sözcüklerinin arasında inleyenler vardır, biliyorum.. Gittikçe anlamsızlaşan ve karmaşıklaşan hayat dehlizinde, kurtuluşunu aramak için, birbirlerinin sırtlarına basan sırtlanların varlığından haberdarım. Tek amacı, dünyanın sevgi dolması uğruna, kendilerini feda eden özgür kelebeklerin çığlıklarını da duyar gibiyim. Gözleri ufuklara kilitli beklenen sevgiliyi gözleyenleri anlayabiliyorum.

Sen ordasın ve yıllardan beri hep ordaydın. Gerçekle yüzleşmekten korkan bedenlerimiz bilerek ve isteyerek seni yalnız bıraktı, yaşamdan soyutladı. Sen, korktukları için sevsinler değil; sevdikleri için korksunlar istedin. Adına, encamına, kahramanlığına yakılan aşk türküleri anlamını kaybetti yenilerde. Seni hayattan dışlayıp melek yapanlar, aşağılara indirip buhar edenlerle doldu her yan...

Ezberden söylenen yarım yamalak yalanlarla dolu bir mitoloji oldu hayatın. Ağlayan bebeklere, korkutmak ve kurtulmak için senin adını fısıldadılar. Öyle bir kaçıştı ki bekledikleri sevgili, seni kendi elleriyle darağacına astılar da anlayamadılar. Dinsel bir törenin ardından, dinsel söylemler kullanarak sana lanetler yağdırdılar. Uğursuzlukların müsebbibi seni addettiler. Tıpkı tufan gibi...

“Hani nerede gelsin de seni kurtarsın...” diye hezeyana gelenler, bir sivrisinek uğruna hayatlarını ödediler. Yollara dikenler atanlar, yüreklere taş yağdıranlar, sırtlara pislik yığanlar özürler dilemek için yarıştalar şimdi... Tekraren dönüş için bilet yokmuş yâd elden. Ne acı bir tükeniş... Ayaklarına defalarca gidişini, karşılaştığında hoş sohbet edişini, ne olursa olsun şahsın için affedişini, o, yarattığı için sevişini, “Âlemlere rahmet olarak gönderilişini.” yorumlayamadılar. Oysa Allah isterse “bıçak” kesmez, “ateş” yakmaz, en korkunç ordular “yanık ekin yaprağına” döner, melekler bölük bölük aynı safta yer alır, “kalpleri üstünden mühürler”, “batılı mahveder”, tüm dünyanın altını üstüne getirirdi… Marifet bunu anlayabilmekti zaten.

Sen ordaydın biliyorum. Hep birlikte ellerinde fenerlerle seni aramaya koyulanlar uyuya kaldı yükseklerde. Dün düşman olduklarına, hiçbir şey değişmeden “kardeşlerimiz” demeye başladılar. Dün, “Kanımız aksa da…” ile başlayan sloganlar yerini kapitalist ve sosyalist menfaatlere bıraktı. Sermayelerini illeti ölümlü bir sevgiye bağlamış derbeder âşık gibiydiler son demlerinde. Oysa ne güzel de yakışırdı: “O’na bir de benim gözümle bak.” demek... Tutkunun, ihtirasın ve kindarlığın yüreklerde açtığı tahribatı göremediler. Fazla seyrüsefer eyleyenleri taşlayan bir toplumun varlığını hiç okumamışlardı tarihte... Hiç ağlamamışlardı cephede donarak ölen azizlerin ardından. Kaybedilen bir savaştan sonra üzüntüsünden ölen padişahlardan da haberleri yoktu. Onlar sadece dayatılan “Kızıl Sultan”, “Deli İbrahim” ve “Kardeş katli” senaryolarını dillerine pelesenk etmişlerdi. Dilleri, gömlek arkadan yırtılmasına rağmen: “Bana saldırdı.” diye yalan söylüyordu. Samimiyetinden endişe edenler ise hâli yorumlarken: “Ya sen bizi bunca zamandır kiminle bilirdin? Cenab-ı Hakka teveccühümüzde bir kusur mu fehmettin?” diye hal tercümesi yapıyorlardı.

Ölerek dirilttikleri bu toplumun, kendi kemiklerini bile dışarı atmak adına seviyesizleşeceğinden haberleri yoktu. Geri dönmemeleri için bütün yollar, kapılar ve sınırlar kapanmıştı ecdadın torunlarına.. Onların cenaze namazları artık bir kilise çanının gölgesinde kılınacak ve ebedi olarak gözyaşlarında buram buram türküsü tüten dedelerinin yanında istirahat edemeyeceklerdi.

Yıkılan bütün kalelerin altında ezilenlere gülerek bakanları, sevmeyi öğrettiler isteğimizi sormadan. Son bir umutla yaklaştın yine... “....dost edinmeyiniz...” ihtarının cezbesi kalmamıştı belki de... Belki de ince bir oyundu namluya sürülen... Belki de bir rüyaydı yaşananlar. Birazdan Fatih atını denize sürecek, minik ellerde taşlar atoma dönüşecek, dağlarda sürgünde olan yiğitler halaylar eşliğinde şehre inecek; düşmana mermi olsun diye sunulan “buğdayın”, iyi öldürüyor diye layık görülen “devlet nişanının”, sözde milli kültür ve milli duygularla bezenmiş ellerde sallanan “ecnebi bayrakların” bu ülkenin kurtuluşu için sallanmasının hesabını soracaklardı.

Yurtlarından ve evlerinden kovulanlara, toplu katliamlara düçar olanlara, gemilerini yakan komutanlar gerekti biliyorum. İşte onun için her seherde huzurdayım... Her eylülde düşen yapraktayım inadına. Her damlada biraz daha zirveye çıkıyorum. Her acıyla, özgürlüğün tadını çıkarıp, haykırıyorum. Sana gelmedikleri halde, bir kerecik ziyareti, zerafet olarak görüp, senin onların kapılarını aşındırmalarını: “Gelin sağaltalım özgür güvercinlerin yaralarını.” Demelerini: “Gelin bizi de destekleyin!” demelerini duy(a)madılar. En önce kendileri kaçtı cenk meydanından. En önce kendileri terk etti savunulması gereken fikirleri. En önce kendileri açtı kapanması gereken mukaddes yerleri. Dar çerçeve içinde yaltaklandıkları köhne kuytuda, senaryolar uydurup tetikçilik yaptılar senin kardeşlerine. Senin kültürünü, şahsiyetini tarihin çöp sepetine atmak isteyenlerle aynı şeyleri söylemeyi ve yapmayı soylu mücadele zannettiler. Hep kutup olarak kalıp, hep ayrılıklardan, hep kavgadan, ispiyondan bahsedip, hep savaşta kaçıp barışta çığırtkanlık yapmayı yeğlediler. Şehitlerin kanı, şahitlerin mürekkebi, şehitliklerin suyu kurumadan bir çırpıda forma değiştirdiler. Şehitlere hakaret edenlerle aynı koltukta oturmayı “içlerine sindirdiler”. İçleri bir yavru için kan ağlamıyordu ki. Nasıl olsa bu menfaat denizinde vatan ve millet edebiyatıyla boşu boşuna ölecek dağ gibi yiğitlerimiz vardı.

Evet, Simurg benim… Zümrüdü Anka Kuşu’nun kanadındaki kırmızı tüyüm... Kaf dağının ardındaki esrarım... Kavuşmak için mersiyeler yakılan sevgili, beklenilen kurtarıcıyım... Bana acı veremez yaşananlar. Sadece acı verenlere acırım. Ben hep buradayım asırlardır. Ve burada olacağım ina­dına...

Birileri istemese de.

6 Mart 2010 Cumartesi

BENDEN HAYIRLISI GELSİN


Yatsı ezanına birkaç dakika vardı. Camiye gitmek üzere son hazırlıklarımı yapıyordum. O sırada kapının zili çaldı. Kapıyı açtım. Karşımda uzun zamandır görmediğim bir dostum. Beni ziyarete gelmiş. Selamlaşıp, kucaklaştık. Buyur ettim. Çay eşliğinde uzun bir sohbet için salona geçtik.
Muhabbet gerçekten koyu idi. Nasıl geçtiğini anlayamadığımız üç koca saatin ardından misafirim "geç oldu, bana müsade" diyerek noktayı koydu ve kalktı. Sokağın başına kadar eşlik etme teklifime, "memnun olurum" cevabını verdi.
Birlikte çıktık. Sokağın başına vardığımızda, "Şimdi ayrılık vakti. Ben gidiyorum, ta ki benden hayırlısı gelsin inşallah!" diyerek elini uzattı. Kucaklaşırken, dostumun ettiği duaya alışkanlıkla amin dedim. Ve arkadaşım sokağın köşesini döndü gitti...
Eve dönerken, arkadaşımın veda sözleri takıldı aklıma. "Ben gidiyorum, ta ki benden hayırlısı gelsin." Düşündüm, düşündükçe ürperdim. Bu bir dua idi. İlk kez duyduğum yaman bir dua. Gayri ihtiyari birkaç kez tekrarladım. Sıcacık duygularla doldum. Bir şey tarafından kuşatılmıştım. Bütün benliğimi dolduran güzel bir şey.
Ertesi gün ilk işim arkadaşımı telefonla aramak oldu. Nedir, nereden duydun diye sordum. Bu özlü duadan çok etkilendiğimi anlayan dostum, "Hz. İsa Aleyhisselam'ın, Peygamber Efendimiz'in geleceğini müjdelediği duaymış bu" dedi. "Ne güzel dua imiş! Tuttum bu duayı" dedim. Güldü ve "o halde hiç bırakma. Ayrıca vesile ol, başkaları da tutsun" diye cevap verdi ve bana bir hayır kapısı aralayarak telefonu kapattı.
"Ben gidiyorum, ta ki benden hayırlısı gelsin inşallah."
Tutmuştum bu duayı. Bırakmaya da niyetim yoktu.
İşte giden gitmişti. Hayırlı bir insandı giden. Fakat, gelmesi için dua edilen 'daha hayırlı' kimdi ya da neydi? Bir insan? Bir haber? Yoksa yeni bir gün, yeni bir gece mi? Bir insan ise ya da bir haber, beklemeye değer. Gündüz ya da geceyse hayırlı olan, geri bırakmamaya, ihya etmeye değerdi. Tutmuştum bu duayı.
Günler günleri kovaladı, hayırlar hayırları... Dua halen zihnimi meşgul ediyor. Ben de dostumun tavsiyesine uyarak, işitmeyenlere bu duayı duyurmakla vazifeli olduğumu hissediyor, fırsat doğdukça vazifemi ifa ediyordum.
Kim bilir, daha ne kadar böyle duyulmamış sözler, dualar vardır. Ve kim bilir ne kadar yitip giden...
Unutulmuş sözler, dualar gibi yitip gitmemek için, giderken kendisinden daha hayırlısı için dua eden dostlara kulak vermekten başka çare var mı? Ve hayır dileyen bütün sözlere.
Her sabah "namaz uykudan hayırlıdır" diye seslenen müezzin hayra çağırır. Yanlış bir adımda kalbin derin bir yerinde uç veren sızı hayra çağırır. Hayır her adımdadır. Can kulağını açık tutana.
Ninelerimiz, evin çatısında ötüp duran kargaya, "hayrola karga, hayır isen öt, şer isen git" derler, karganın ağzından hayrı çağırırlardı. Dedelerimiz, ters giden, sarpa sarmış işlerini hayırlısı olur inşallah der, bir çırpıda aşıverirlerdi. Şimdi hayra sarılıp hayır dileyenler ne kadar az. Daha hayırlısı onun için mi gelmiyor ne?..
SADIK ŞANLI / SEMERKAND DERGİSİ /TEMMUZ-2002

1 Mart 2010 Pazartesi

DAR SOKAKLARDA...


Siz hiç İÇ YOLCULUKLARI'na çıkar mısınız? Çıkıp içinizin sokaklarında dolaşır mısınız? Ben bunu sık sık yaparım. Çünkü kendini birbirine açan, bazen de birbirinden kaçan bu sokaklar, sizi size anlatır...
Siz nesiniz, kimsiniz, kendinizi nasıl ve ne kadar oldurmuş, nasıl ve ne
kadar tanımlamışsınızdır; dünyaya nereden bakmış, kendi hikayenize ne ölçüde katkıda bulunmuşsunuzdur; ne kadar sevmiş, ne kadar kaçmış, ne kadar özlemiş, ne kadar pişman olmuş, ne kadar kaygılanmış, ne kadar acı çekmiş, ne kadar sevinmişsinizdir...
Önceleri, içinizin bu kadar çok sokak barındırdığına şaşırırsınız; içinizde koca bir mahalle taşıdığınıza inanamazsınız! Ama zamanla alışırsınız... Çünkü artık bu şaşırtıcı, inanılmaz, cazibeli durum sizi kışkırtmıştır; sokaklarınızda dolaşmadan yapamazsınız, bundan kaçamazsınız...
Dolaşmalarınız arttıkça da, hangisinin dar, hangisinin geniş olduğunu, hangisinin ihmale uğrayıp viraneye döndüğünü, hangisinin taşlarında yaban otları bittiğini, hangi evin penceresinde sardunyaların açtığını, hangi sokağın korunaksız kaldığını, hangi sokakta hırsızların kol gezdiğini daha iyi anlarsınız... Ve anlamlandırırsınız zamanla, sokaklarınıza isimler verirsiniz...
Acı sokağı, Aşk sokağı, Başarı sokağı, Bencillik sokağı, Bunalım sokağı, Cazibe sokağı, Coşku sokağı, Düşünce sokağı, Ego sokağı, Elem sokağı, Gözyaşı sokağı, Güven sokağı, Hüzün sokağı, İhanet sokağı, İntikam sokağı, Kaçış sokağı, Kahkaha sokağı, Keder sokağı, Kıskançlık sokağı, Kibir sokağı, Nefret sokağı, Neşe sokağı, Pişmanlık sokağı, Seks sokağı, Sevinç sokağı, Sıkıntı sokağı, Şefkat sokağı, Utanç sokağı, Yalan sokağı... (Alfabetik sıraya göre dizilmiştir!)
Bazen birbirini kesen, birbirinin önüne çıkan, birbirinin içinden geçen, bazen de size nerede olduğunuzu, kim olduğunuzu unutturacak denli labirentlerle, engebelerle, çukurlarla dolu olan bütün bu sokakların içinde bir tanesi vardır ki, O, sokakların içinde en görkemli olanıdır. En coşku vereni, en acı vereni, en tehlikeli olanı, en sevinç vereni, en heyecan vereni, en güvenilmezi, en korkutanı, en utanmazı, en kırılganı, en cesuru, en sevişgeni, en bilinmeyeni, en çılgını, en korkusuzu, en korunaksızı, en tepeden bakanı..en eni...
Sadece bu sokak insana göze alma cesareti verir; sadece bu sokak insana hayatın nabız atışlarını hissettirir; damarlardaki kan, sadece bu sokaktan geçerken yatağından fırlayacakmış gibi olur; vücut kimyası sadece bu sokakta değişir; bu sokak keser iştahınızı; bu sokak kör eder gözlerinizi; aynalar sadece bu sokakta güzel gösterir sizi ve bu bu sokakta unutursunuz bütün sevdiklerinizi...
Bu sokakta yağmurlar bir başka yağar; bu sokakta güneş batıdan doğar; bahar bu sokakta anlar bahar olduğunu; dünyanın bütün kandilleri, bütün mumları bu sokakta yanar; bu sokakta yıllandırır şarap kendini; müzik bu sokakta kuşanır en güzel tınıları ve sadece bu sokakta açar utanmaz gülleri... Islanmaz bedeniniz, ısınır yüreğiniz, yeşerir dallarınız, titrer içiniz, döner başınız, okşanır kulaklarınız ve baştan çıkar bütün benliğiniz....
Sadece bu sokak korunaksızdır. Sadece bu sokağın bir bekçisi yoktur. Sadece bu sokak yağmaya açıktır, sadece bu sokakta hırsızlar dolaşır geceleri ve sadece bu sokak direnir diğer sokaklara açmaya kendini...
O bağımsızlığı sever, O cesareti sever, O ateş gibi yanmayı ve yakmayı sever...
O, sokağın girişine astığı tabelanın yerinden indirilmesini sevmez, tabelaya yazdığı AŞK sözcüğünün üzerinin karalanmasını, çizilmesini, kirletilmesini sevmez...
Yolunuz bir kere AŞK sokağı'na düşmeye görsün, bir kere keşfetmiş olmaya görün, önce diğer sokaklar kıskanır sizi... Yolunuzu şaşırtmak için en olmadık hilelere onlar başvurur, kendilerine dönüştürmek için en olmadık kumpasları onlar kurar.
Bazen de siz saparsınız yoldan. Örneğin birdenbire Sevgi sokağında bulursunuz adımlarınızı... Burasını daha güvenli zannedip, kendinizi ve başkalarını kandırırsınız...
Siz hiç İÇ YOLCULUKLARI'na çıkar mısınız? Çıkıp içinizin sokaklarında dolaşır mısınız? Dolaşıp kendinizi kaybeder misiniz? Kaybedip kaybedip yeniden bulur musunuz? Yoksa sizin sokaklarınız çok mu dar? Çok mu zor bu dar sokaklarda yürümek ve görmek hayatı? Ya da çok mu birbirine benziyor sokaklarınız? Karıştırıyor musunuz tabelaları?...
Size, sokaklarınıza bakmayı, sokaklarınızı genişletmeyi, sokaklarınızı onun bunun taşlarıyla değil, kendi taşlarınızla örüp güzelleştirmenizi, kendi ellerinizle tabelalar asmanızı ve özellikle AŞK sokağı'na uğramanızı şiddetle tavsiye ederim. (Sokağın tabelasına dokunmak yok ama! O, biliyorsunuz sevmez müdahaleyi!)
Eğer bu yolculuğu göze alamayacağınızı düşünüyorsanız boşverin gitsin. Dar sokaklar cesaret gerektirmez ve zaten dar sokaklarda mutlusunuzdur!!
Emine Başa

PaidVerts
my space statistics