30 Temmuz 2009 Perşembe

ÇİVİ



Bir zamanlar çok öfkeli ve hırçın bir çocuk vardı. Çocuk, sonradan üzülse de, kolayca öfkelenip hırçın davranışlar göstermekten kendini alamıyordu.
Bir gün, yaptığı bir hırçınlığın ardından öfkesi yatışıp üzüntü hissetmeye başladığı bir vakit, babası bir torba çivi verdi çocuğa. Ve, ne zaman sinirlenip hırçınlık yapar ise, bu çivilerden birini arka bahçedeki çitlere çakmasını söyledi.

Çocuk, ilk gün otuzyedi çivi çaktı. Daha sonraki günlerde çakılan çivi sayısı gitgide azaldı. Çocuk, öfkesine hâkim olmanın arka bahçeye gidip çivi çakmaktan daha kolay olduğunu zamanla farketmişti.

Sonunda çocuk öfkesine hâkim olur hâle geldi. Gidip durumu babasına sevinç içinde anlattı. Babası, bu defa, kendisini tutabildiği her gün için çivilerden bir tanesini çitlerden sökmesini istedi oğlundan.

Günler, haftalar geçti ve en sonunda çocuk babasına tüm çivilerin bittiği haberini verdi. Bunun üzerine, babası “Aferin oğlum! İyi iş becerdin ve öfkene hâkim olmayı başardın” dedi ve çocuğun elinden tutup onu çitlerin yanına götürdü. Eliyle çitlerdeki delikleri göstererek, “Ama şu çitlerdeki delikleri görüyor musun? İşte o çitler bir daha asla aynı olmayacaklar” diye ekledi. “Öfkelenip de kötü sözler söylediğin veya kötü hareketler sergilediğin zaman, insanların kalblerinde işte bu çitlerde gördüğün gibi delikler açmış olursun. Ardından özür dilesen de, o yaranın izi orada kalır. Onun için, özür diler hallederim diye düşünmektense, sonradan özür dilemek zorunda kalacağın bir hareket yapmamaya çalışmalısın.”
Uyarlama: Cemal Karabel

23 Temmuz 2009 Perşembe

HAYAL



Bir zamanlar bir tepenin üzerindeki genişçe bir evde bir oğlan çocuğu yaşarmış. İyi de yaşarmış. Köpekleri ve atları, otomobilleri ve müziği severmiş. Yüzmeye gider, futbol oynar, güzel kızlara düşkünmüş. Bir gün:
"Büyüdüğümde neler istediğimi buldum" demiş kendi kendine. "Çok büyük bir evde yaşamak isterim. Uçsuz bucaksız bir bahçesi olmalı. Bahçede iki St. Bernard köpeğim olsun isterim. Uzun boylu, siyah saçlı, mavi gözlü, gitar çalan ve tatlı tatlı şarkılar söyleyen çok güzel ve çok şefkatli bir kadınla evlenmek isterim. Üç güçlü oğlum olsun isterim; tâ ki, onlarla futbol oynayabileyim. Büyüdüklerinde birisi buluşlar yapan bir bilim adamı olsun, öteki senatör, üçüncüsü de dünya çapında ünlü bir sporcu... Ben de dünyanın her tarafını göreyim. Okyanuslara yelken açayım, dağların zirvelerine tırmanayım, dağda kalmış insanları kurtarayım. Arabam da Ferrari olsun isterim."
Delikanlı, bu hayallerin gerçekleşmesi için, başlamış dua etmeye. Günler günleri, aylar ayları bu şekilde kovalamış.
Ancak, günün birinde, umulmadık birşey olmuş. Bir gün arkadaşlarıyla futbol oynarken ayağı kırılmış. Ondan sonra, değil dağlara, ağaçlara bile tırmanamaz olmuş. Okyanuslara yelken açmak da artık hayal olmuş bu arada...
Aksayan bir bacakla, çalışmayı sürdürmüş yine de. İyi bir işletme eğitimi görüp, tıbbî malzemeler dağıtan bir şirket kurmuş. Şirketi kurduğu günlerde, üniversitede tanıştığı bir kızla da evlenmiş. Kız güzel ve şefkat-liymiş gerçekten. Fakat uzun boylu değil, kısaymış. Saçları kestane rengi, gözleri badem rengiymiş. Gitar çalamaz, güzel şarkılar söyleyemezmiş. Ama harika yemek pişirir, olağanüstü güzel kuş resimleri yaparmış.
Adam, işinden dolayı, şehir dışında geniş ve güzel bir villada değil, şehir içindeki bir apartmanın teras katında oturmak zorunda kalmış. Ama evinin deniz manzarası gene de harikaymış. İki St. Bernard köpeği besleyecek bahçesi yokmuş, ama güzel mi güzel bir kedisi varmış.
Bu arada, üç çocukları olmuş. Ama üçü de kızmış. En küçük kız, tekerlekli sandalyede yaşamak zorundaymış, ama içlerinde en güzelleri oymuş. Üç kız da babalarını çok seviyorlarmış. Onunla futbol oynayamı-yorlarmış ama, birlikte parklara, ormanlara gidiyorlarmış.
Adam iyi para kazanmış, ama öyle kırmızı bir Ferrari'si filan olmamış. Bir sabah tâ çocukluk yıllarında yaptığı duaları hatırlamış. Üzüntü içinde, en iyi arkadaşına koşmuş:
"Ben" demiş, "hiç mutlu değilim."
"Neden?" demiş arkadaşı...
"Çocukken siyah saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, gitar çalıp şarkı söyleyen bir kızla evlenmek isterdim. Oysa karım kısa boylu, saçları kestane rengi, badem gözlü; gitar da çalamıyor."
Arkadaşı:
"Ama çok iyi bir insan, değil mi?" demiş. Adam dinlememiş bile onu... Sonra, bir gün karısına içini dökmüş:
"Hiç mutlu değilim" demiş.
"Neden?" diye sormuş karısı...
"Çünkü büyük bir bahçe içinde lüks bir villada yaşamayı düşlerdim, oysa 47. katta bir apartman dairesine tıkıldım. İki St. Bernard köpeğinin yaşayacağı geniş bir bahçem olsun isterdim, hani nerde?"
"Ama güzel bir dairede yaşıyoruz" demiş karısı. "Oturduğumuz yerden okyanus görünüyor. Huzurluyuz, neşeliyiz, birbirimizi seviyoruz. Üç de harika çocuğumuz var."
Adam dinlemiyormuş bile...Daha sonra bir g?n bir psikiyatriste koşmuş bu kez:
"Ben mutlu değilim" demiş.
"Neden?" diye sormuş psikiyatrist.
"Çünkü ben bir gezgin olmak, okyanuslara açılmak, dağlara tırmanmak, insanları kurtarmak isterdim. Oysa masabaşı işim ve sakat bir bacağım var."
"Ama sattığın tıbbî malzemeler yığınla hayat kurtarıyor" demiş doktor...
Adam dinlememiş. Doktor da, yüz dolarlık bir vizite ücreti yazıp yollamış. Bu kez, malî müşavirine dert yanmış adam:
"Ben çok mutsuzum" demiş. Malî müşavir sormuş:
"Neden?"
"Bir kırmızı Ferrarim olsun isterdim. Oysa işe metroyla gidip geliyorum. Bir yığın da sorunum var."
"Ama halin vaktin yerinde" demiş malî müşavir. "İyi bir gelirin var, aile huzurun var, istediğini alıp istediğin yere gidebilir durumdasın." Ama adam dinlemiyormuş bile. Malî müşavir adama yüz dolarlık bir danışma ücreti fatura edip yollamış. Onun da hayalinde bir kırmızı Ferrari varmış çünkü.
Adam, çocukluk hayaline takılıp kalmış. Gün geçtikçe, mutsuzluğu daha da artıyormuş. En sonunda, hasta olup yataklara düşmüş.
Hastane odasında serumlarla beslendiği günlerin birinde, bitkin bedeni uykuya daldığında, bir rüya görmüş adam. Rüyasında, bir melekle karşılaşmış.
Uyanıkken aklı fikri çocukluk hayaline takılıp kalmış adam, bu kez rüyasında meleğe anlatmış çocukluk hayalini.
"Allah'a günlerce, haftalarca yalvarmıştım" demiş. "Ama hayallerim gerçek olmadı. Dualarım kabul edilmedi."
"Allah dualarını geri çevirmedi" demiş melek. "Sana onları verebilirdi; ama onlardan daha güzelini vermeyi tercih etti. Güzel, sadakatli, sevecen bir eş, iyi bir iş, şehir şartlarında herkesin hayalini kurduğu geniş ve güzel bir ev ve üç tatlı kız çocuğu..."
"Evet" demiş adam. "Ama ben Allah'ın bana benim gerçekten istediklerimi vermesini istiyordum."
Melek:
"Biliyor musun?" demiş. "Allah da, onun senin için gerçekten istediğini vermeni senden bekliyor?"
"Allah benden ne istiyor ki?" demiş adam.
"Onun sana verdiklerinin kıymetini bilerek mutlu olmanı ve şükretmeni!" demiş melek.
Adam o gün boyu bu rüyayı düşünmüş. Sonunda yeni bir hayal kurmaya karar vermiş. Bu defaki hayalinde, zaten sahip olduğu şeyler varmış hep.
Adam, o günden itibaren, ailesiyle birlikte mutlu bir hayat yaşamış. Ve her fırsatta, "Hayal gücünüzü kullanmaktan çekinmeyin" demiş insanlara. "Ama size verilenlerin kıymetini bilmek şartıyla..."
Selim Gündüzalp

13 Temmuz 2009 Pazartesi

ÜMİTLİ KURBAĞA



Bir kurbağa sürüsü ormanda yürürken, içlerinden ikisi bir çukura düştü. Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplandılar. Çukur bir hayli derindi ve arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyordu.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna çabalamamalarını söylediler arkadaşlarına:
“Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız.”
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam ettiler. Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlardı.
Sonunda kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilendi ve mücadeleyi bıraktı. Diğeri ise çabalamaya devam etti. Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürdüler.
Ne var ki, çukurdaki kurbağa son bir hamle daha yaptı, bu kez daha yükseğe sıçramayı başardı ve çukurdan çıktı.
Çünkü, bu kurbağa sağırdı. O yüzden, arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine kulak asmamıştı…
Paul Estridge

5 Temmuz 2009 Pazar

Bir Bilge Kızılderelinin Hayata Bakışı




Hakikat arayışı insanlık var oldukça sürecektir. Bu arayışı yüreğiyle ve aklıyla gerçekleştirmeye çalışan bazı insanlar, bütün hakikatlerin kaynağı, güneşi ve koruyucusu olan Rabbimizin HAK isminin bazı yansımalarına mazhar olmuşlardır.
Bu insanlardan biri de bilge bir kızılderili olarak karşımıza çıkınca insan biraz şaşırıyor. Holywood yapımı filmlerde beyaz insanların kafa derisi ile kemerlerini süsleyen kızılderili senaryoları ile şartlanmış zihinlerimizin, bu şaşkınlığı yaşaması biraz da normal herhalde...
Yaşlı bir kızılderili olarak sakin bir kasabada ömrünün son yıllarını yaşayan Don Juan’ın hayata bakışını onunla beraber 2 yıl yaşamış olan Amerikalı bir yazar kitaplaştırmış. Özlü bazı tespitlerini izin verirseniz sizlerle paylaşmak istiyorum.
İnsanları dört sınıfa ayırıyor bu kızılderili bilge:
1. Alelâde insan 2. Avcı 3. Savaşçı 4. Bilge kişiler
•Alelâde insan; başına gelen olaylara ya şükreder, ya da küfreder.
•Avcı; iyi bir gözlemcidir. dikkatini yoğunlaştırmayı öğrenir ve savaşçı olmaya bir geçiş devresidir.
•Savaşçı; hayatın gayesinin öğrenmek olduğunu bilir. Bilginin kendisi değil, neticesi önemlidir onun için.
•Savaşçı öyle bilgiler öğrenmek ister ki, edindiği şeyler onu hayatta daha bilge, daha güçlü, daha hür yapsın.
•Savaşçı, kendi egosunu arka plâna atarak öğrenmek ve öğrendiklerini anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde sentezlemek ister.
•Savaşçı tutumu içinde kazandığı her bilgi, “savaşçı”nın kendini daha iyi tanımasına yol açar. İnsanın kendini gerçek mânâda tanıması için, kendi egosunu, hatta kendi bakış tarzını ikinci plâna atması gerekir.
•Savaşçı, karşısındaki insanları etkileyen tüm faktörleri, o insanların bakış açılarını, onları yargılamadan, kendi gerçekleri içinde anlamayı hedefler...
•Gerçek hayatta “savaşçı”nın silahı, şuuru, cephanesi de irade gücüdür.
•Savaşçı, öyle bir iç huzur geliştirmek ister ki, bu iç huzur çevre şartlarından bağımsız olsun.
•Hangi çevrede olunursa olunsun barış ve mutlulukla dolu olmanın yolu, şuuru geliştirmektir. Bunun için de irade güçlendirilmelidir. İnsan, kendini mutsuz eden olaylardan kaçmadan, olayların kendisini nasıl etkilediğini bütünüyle anlamalıdır.
•Savaşçı, karşısına çıkan her sıkıntılı durumu olgunluğa ulaşması için bir fırsat olarak görür.
•Savaşçı, gerçekleştirmek istediği hedefe ulaşmak için başarı ve yenilgiye değil, o süreç içinde en akıllı, en etkili, en bilge olanı tüm iradesiyle kullanıp kullanmadığına önem verir.
•Yargılamaktan değil, öğrenmek ve anlamaktan giden yolda ilerleyen savaşçı nihayet “Bilge”liğe ulaşır.
Şimdi, lütfen bizden binlerce kilometre uzaktaki bir yerden, tamtam sesleri ve kızılderili çığlıkları arasından süzülen bilge bir kızılderilinin hayata bakış açısını ve kendi değerlerimizi, başımızı ellerimizin arasına alarak beş dakikalığına olsa da düşünelim.
Medyanın çığlıklarından, suni gündemlerden, yapay sıkıntılardan biraz uzaklaşıp, aklı sarhoş, ruhu serseri, kalbi geveze yapan şu mim’siz medeniyetin atmosferinden sıyrılıp, kendimize soralım “Biz neredeyiz?”...
Adnan Şimşek

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Babylon Pro 8.0



Çok kullanışlı ve faydalı bir sözlük programı.
Sözlüklerini bulup yüklediğiniz her dilde kullanılıyor.

Download Depositfiles

Download RapidShare

Download Filefactory

Bildiğin Gibi Değil



Klip kendi emeğimdir. Dilerim beğenilir.

BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL

Eskiden bir adım vardı,
ümidim, feryadım vardı,
şimdi ben, o ben değilim
Yolumu bilmiyorum,
Ölmüyor, gülmüyorum,
Bu hayat yordu beni
Bildiğin gibi değil...
Dağlarım devriliyor,
Gençliğim savruluyor,
Bir ayaz vurdu beni
Bildiğin gibi değil...
Güllerim devriliyor,
Gençliğim savruluyor,
Bir ayaz vurdu beni
Bildiğin gibi değil...

Eskiden mevsim seçerdim,
Solardım; çiçek açardım,
Şimdi ben, o ben değilim,
Bir nefes, bir ahım var,
Bilmem ne günahım var,
Vedalar sardı beni,
Bildiğin gibi değil...

Dağlarım devriliyor,
Gençliğim savruluyor,
Bir ayaz vurdu beni
Bildiğin gibi değil...
Güllerim devriliyor,
Gençliğim savruluyor,
Vedalar yordu beni,
Bildiğin gibi değil...

Şehrin en karanlık yerinde duruyorum; haydi, vur beni!..
Hiç ümidim kalmadı; tutunacak bir dalım...
Başım yere eğme benim; mazlum yerine koyma.
Allı-pullu düşlerim vardı oysa.
Bir hayat böyle tersine dönmez; bir yiğit böyle harcanmaz.
Dağlara-taşlara bağırasım geliyor.
İçim yanıyor içim! Bildiğin gibi değil...

Bu, bir hikayenin bitişi midir; bu, kanlı bir veda mıdır?
Bu, son savaşçının yediği kurşun; bu, son kalenin de düşüşü müdür?
Dalgaların çekilişi, bayrakların yıkılışı; bu, şarkıların susuşu mudur?
Ömrüm kanıyor ömrüm! Bildiğin gibi değil...

Ben bu hayata asiydim; öyle değil mi?
Bir yıldız kaydı ömrümden; ben de yenildim...
İşte her şeye sırtımı dönüp koşuyorum...
Sarı güller kahrolsun; ıslak gözler, beyaz mendil kahrolsun!..
Kahrolsun bu kaldırım; bu nezaket, mutluluk dilekleri!..
Canım yanıyor canım!
Bildiğin gibi değil...

PaidVerts
my space statistics