29 Aralık 2013 Pazar

ÖTEKİ GÜNDEM - SUBLİMİNAL MESAJLAR

Öteki Gündem - Subliminal Mesajlar
Çocuklarımıza, bize ve sevdiklerimize, ülkemiz insanlarına yöneltilmiş sinsi silahları dinleyecek ve farkına varacaksınız... Bu nedenle k
esinlikle bıkmadan izlemenizi tavsiye ederim.

26 Aralık 2013 Perşembe

SÜHA ÇALKIVIK - ETKİLİ KONUŞMA VE DİKSİYON

Süha Çalkıvik - Etkili konuşma ve Diksiyon
Çok güzel bir konferans... Lütfen dinleyiniz...
Faydalanacağınızı umuyorum...

23 Aralık 2013 Pazartesi

İKNAYI ETKİLEYEN 6 EVRENSEL FAKTÖR

Kişileri ikna etmenin yöntemlerini açıklayan kısa bir video... Ben oldukça beğendim, şimdi sıra sizde...
İknayı Etkileyen Faktörlerden 6 Evrensel Yöntem
1-Karşılık Yaratma
2-Azlık
3-Otorite
4-Tutarlılık
5-Beğeni
6-Toplumsal Kanıt

22 Aralık 2013 Pazar

GÜLEN’İN TASFİYESİNİ KİM NEDEN İSTEDİ?

GÜLEN’İN TASFİYESİNİ KİM NEDEN İSTEDİ?

Kamuoyu, ‘Gülen Hareketi’ni Said-i Nursi müntesibi bir cemaat olarak tanır. Lakin birçok farklı yapıdan oluşan diğer Nurcular, bunu kabul etmiyor. Galiba Gülen Hareketi’nin bu konuda çok da ısrarı yok. Tam tersine kendini farklı bir yapı olarak takdim ediyor.

Zannedilenin aksine ilk günden bu yana, Hükümet ile bu yapı arasında bir hedef birliği yoktu. Gülen, Erbakan hocayı ve onun talebelerini hiçbir zaman sevmedi. Bilakis nefret etti. Milli Görüş’ün içinde çeşitli kademelerde 30 yıla yakın görev almış Erdoğan’la, ortak paydaları söz konusu olamazdı.

Yeni Türkiye’nin inşasında kaçınılmazlaşmadıkça kimseyle çatışmak istemeyen Erdoğan, bu oluşumla da iyi geçinmeyi tercih etti. Pazarlık sonucu olsa gerek, istemeyerek de olsa iş tuttu.

Her ne kadar Gülen Hareketi’nin sözcülerinden biri olan Hüseyin Gülerce, ayrışma ‘Mavi Marmara’ sürecinde başladı dese de, zıtlaşmanın emarelerini ‘One minute’ kadar götürmek gerek.

Gülencilerin kadrolar konusunda doymak bilmez iştahı, Erdoğan’ı rahatsız ediyor, bürokraside de ciddi kavgalara yol açıyordu.

Erdoğan diğer cemaat mensuplarına da yer verirken, Gülenciler bundan son derece rahatsızdılar. Zira Gülencilerin, Türkiye ya da dünyada herhangi bir İslamî yapı ile hiçbir güçlü ilişkisi de olmadı.

Özellikle KCK, Başbuğ davası, MİT krizi ve Oslo görüşmeleriyle makas iyiden iyiye açılmakla kalmadı, tümüyle koptu. Gülen Hareketi’nin arka bahçesi, altyapısı hatta genç devşirme merkezi ve de ciddi gelir elde etme kaynaklarından biri olan dershanelerin kapatılması fikri, grubun şirazeden çıkması için yetti de arttı.

Dershaneleri kapatma fikrinin bunları çıldırtacağını Erdoğan bilmiyor muydu? Elbette en az onlar kadar biliyordu.

Fakat bir başka şey daha biliyordu Başbakan. Oda, kimseyle hiçbir şeyi paylaşmak istemeyen Gülen’in ‘Yeni Türkiye’nin önündeki en büyük engellerden biri olabileceğiydi.

Devletin içinde devlet olma girişimi, son on yılın ürünü olmasa da, son on yılda iyiden iyiye kök salmasına yol açmıştı ve Erdoğan iktidarını da tehdit eder duruma gelmişti.

Devletin, (adına ne derseniz deyin) Güneydoğu veya Kürt sorunu çözme iradesi, hem Gülen’in, hem de Gülen’in ilişkide olduğu (kimilerine göre esiri bulunduğu) yapıların hiç hoşuna gitmemişti.

Kurucu Paşa döneminde, Kürtlere yönelik başlayan zulüm, bu ülkeye maddi ve manevi çok şey kaybettirmiş ve de büyük bir yük olmuştu. Zulmü tümüyle bitirmek için var gücüyle mücadele eden Erdoğan’ın, bazı çevreleri rahatsız etmesi de normaldi.

Türkiye’nin güvenliği için olmasa da, enerjilerinin güvenliği için bu adımı destekleyen güçlerde yok değildi. Kimimiz finansal gücün sadece Siyonistlere ait olduğunu zanneder. Bu 20 yıl öncesine kadar doğruydu.
Artık, Siyonist/satanistlerden bıkmış olan o güçle başa baş durumda bir güç daha var. Kaliforniya’yı üst seçmiş olanlarla, New York merkezli olanlar arasındaki bu mücadelede denge, özellikle Obama iktidarıyla birlikte sağlandı.

Kimse Türkiye gibi, yükselen bir güçle açık kavganın içinde olmak istemez. Buna, ABD’nin Obama cenahı, Almanya, Fransa, İngiltere, Çin hatta Rusya dâhil. Erdoğan’ın daha en az 10 yıl Türkiye’nin başında olacağını herkesten çok onlar görüyor.  Kartlarını da buna göre karıyorlar.

Her ne kadar çıkarlarına yönelik kaçınılmaz hamleler yapmak zorunda olsalar da, bu gerçeğe aykırı net tavır da koy(a)mazlar. Herkes görüyor ki, Türkiye, son iki yüz yılda olmadığı kadar kilit bir role sahip artık. Bu yeni güçle kimse açıktan savaşmak istemez.

Fakat zaman zaman (özellikle Toshihiko Izutsu’nun tabiriyle “doymak bilmez haram yiyiciler” yani) Siyonistler, dün PKK ile iş tuttukları gibi, şimdi Devsol ya da başka odaklarla iş tutabilirler.

Kendisi açısından acı da olsa son gelişmeler, Gülen’in tasfiye edileceğini göremediğini gösteriyor ki, bunun iki nedeni olabilir.

İlki: Hedeflerine adım adım ilerlediğini düşünen Gülen’in yükselen egosu ve ihtirasları, muhtemelen gelişmeleri görmesini engelledi. Bu nedenle basiretsiz hareketler etti.

İkincisi ise Yeni Türkiye’nin önünde engel olacak olan bu yapının tasfiye edilmesi için üst üste hatalar yapması sağlandı. Bugüne kadar kendilerinin yürüttüğü operasyonun kendilerine yönelmesi ihtimalinde ‘hoşgörü’den nasıl vazgeçeceği hem tabanına, hem de geniş kitlelere gösterildi.

Yoksa normal bir adam “elimde kaset” diye nasıl bağırır? Bütün bir milletin ardında olan iktidara ve özellikle de tasfiye siyasetini çok iyi öğrenmiş biri olan Erdoğan’a karşı nasıl bu kadar ‘cüretkâr beddua’ edebilir? Bu normal mi sizce?

Hıristiyan Siyonist neoconlar ve İsrail devlet ya da lobisinin desteklediği anlaşılan, üstelik milli bir bankanın iflasına kadar gidebilecek tehlikeli bir hamleyi, ‘akıl tutulması’ olmadan bir ‘vaiz’ nasıl yapabilir?

Küresel yapılar, taban hatta tavanın bile haberi olmaksızın dünyanın her yerinde liderleri ya da liderlere sadık gibi gözüken insanları, emellerini gerçekleştirmek için kullanabilir. Kininiz basiretinizi bağlarsa, altınızdaki adamlar sizi de kirli emellerine alet edip, tasfiye edilmenizi sağlayabilirler.

Herkes bilir ki, artık ihtiyaç değilseniz, ya da sizden daha uygun biri varsa, yahut da deşifre olmanız onlar için tehdit olacaksa, bir de bakmışsınız harcayıvermişler… Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu. Neler olacağını görmek için çok beklemeyeceğiz galiba!

Allah (c.c.) hiçbirimizi ‘sırat-ı müstakim’den ayırmasın! Âmin!

SIRADIŞI AKIL OYUNLARI - 2. BÖLÜM

16 Aralık 2013 Pazartesi

AŞKIN KİMYASI


Aşkın kavra­mı insanlara ilaç verile­rek, onlarda romantik duyguları uyandırmak ya da tam tersine bir ilaçla bu duy­gusal eğilimlerin yok edilebi­leceğini anlatmak için kullanı­lan bir kavramdır.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Aşkın ilaçlarla yönlen­dirilmesi, tıbbın insan duyguları­na bir müdahalesi değil midir? Evet, duygusal bir müdahaledir ve bilimsel etik açısından da ciddî bir tartışma konusudur. Kimyasal silah diye nitelendir­diğimiz bu ilaçların doğru şekil­de kullanılması gerekir. Aksi halde bu ilaçları kullanan hasta sonradan çok pişman olaca­ğı birine aşık olabilir. Bilhassa antidepresan etkisi olan ilaçlar, beyinde manik uyarılmaya ve mutlulukla ilgili alanların fazla çalışmasına sebep olabilir. Neti­cede evli olduğu halde, ilaçların tesiriyle rastgele birine aşık olan kimse daha sonraki bir tedaviyle normal haline dönebilir. Bu da gösteriyor ki; ilaçlarla yapay bir aşk oluşturulması mümkündür.
Gerçek aşıklar, beyin sağ­lığı iyi olanlar arasından çıkar. Çünkü ruh beyin vasıtasıyla kendini ifade eder. Bilhassa depresyon geçirenlerin doğru aşkı yaşamaları zordur. Zira depresyon, sağlıklı düşünme ve muhakemeyi bozarak yanlış yönelimler doğurur. Gizli dep­resyonlar da bu tip durumlara yol açmaktadır. Genç bir kadın hastam, kapısına gelen tüpçüye âşık olmuştu. Tedavi olduktan sonra 'ben nasıl böyle bir şey yaptım?' diyordu. Olayı kadın hastamın eşi açısından düşün­düğünüzde eğer hastalığı yok sayarsanız evliliği hemen bitir­mesi gerekirdi. Ancak bu, gizli bir depresyonu işaret ediyordu ve tedavi sonrasında her şey normale döndü.
Bu örneğe benzer şekilde liseli âşıkların yaşadığı has­talıklı aşklar vardır. Lise yıl­larının yaşandığı devirler psi­koloji de normal şizofrenik dönem periyotlarındandır. Hz. Muhammed'in, 'deliliğin bir şubesi' dediği delikanlılık, bu dönemde çılgınca aşık olup, kısa bir süre sonra sevdiklerini söyledikleri insanı unutabilirler. Bunlar gerçekçi aşklar değildir. Hassaten ergenlik döneminde yaşanan aşklarda muhakkak büyüklerin yardımı gerekir.
Aşkın yaşı yoktur. Bir insan seksen yaşına dahi gelse iyi bir âşık olabilir. Yalnız bu aşkın hormonal yönünden ziyade duy­guların ağır bastığı bir boyutu olacaktır. Çünkü ilerleyen yaş­larda aşkın biyolojik yönü ikinci plâna düşer, ruhların uyuşma­sı öne çıkar. Ancak ihtiyarlık, fiziksel temasa engel değildir. İleri yaştaki bir kimsenin sevdi­ği insanda mutluluk kimyasalını salgılatabilmesi—tıpkı gençler­de olduğu gibi—karşılıklı güzel sözlerin söylenmesi, duygusal çağrışımların harekete geçiril­mesiyle mümkün olabilir. Eşinin ölümünden kısa zaman sonra kendisi de ölen pekçok insan duymuşuzdur. Her ne kadar çift­lerin birbirine alışma ve bağımlı­lık boyutu da olsa kısa aralıklarla gerçekleşen bu ölüm, iki kişinin karşılık bulmuş aşkının tezahürü­dür. Alzheimer hastası olup da kendini tanıyamayan, tuvaletini dahi tutamayan eşine, küçük bir çocuğa bakar gibi bakan aşıklar olduğunu bu konudaki uzmanlık tecrübelerim neticesinde biliyo­rum. Böylesine seven insan, bu fedakârlığı da büyük bir zevkle yapmaktadırlar. İnsanın vefalı bir hayat arkadaşının olması kadar mutluluk verici başka bir şey yoktur. Seven kimse, sev­diği kişi öldüğünde kolu, bacağı kopmuş gibi hisseder kendisini. İşte gerçek aşk budur. O sebep­le ileri yaşlarda varlık bulan aşk, gençlik dönemlerine göre daha kaliteli, psikolojik ihtiyaca daha fazla cevap verir tarzdadır.
Aşkın üç sacayağı vardır. Bunlar dış görünüş, ruhî olgun­luk ve cinselliktir. Fakat bu üç unsurdan hiçbirisi aşk için tek başına yetmez, ancak beraber olduğu zaman birbirini tamam­lar. Çok güzel bir insanın sakat birisine aşık olması akıl yürütme yöntemleriyle açıklanamasa da bağlılık ve mutluluğun getirdiği kaliteli bir beraberlik yaşanabi­lir. Kadın erkek ilişkisinde dış görünüşün önemi %20 oranın­dadır. Geri kalanı iç güzellikle alâkalıdır. Dikkat çekici bir fizikî güzellik, aşk için yeterli değildir. Önemli olan içteki niteliklerin dışa doğru şekilde yansımasıdır. Meselâ, fiziken çok güzel bir kadın oturmasını, kalkmasını, giyinmesini, kendine bakmasını bilmez; buna mukabil ortalama güzelliğe sahip bir başka kadın, çok dengeli bir biçimde bunları yaparsa diğerinden daha fazla beğenilebilir. Bu beğeniyi sağla­yan şey zihinsel güzellik, kişinin kendine olan güveni ve kusurla­rını cesaretle karşılayabilmesidir. Bunları yapabilen kadın çok güzel olmasa da sevimli ve alımlı demektir.
Cinsel uyarılma kadın­da dokunma ile erkekte gör­sel unsurlarla ortaya çıkar. Bu genetik eğilim sebebiyle erkek, kadının dış görünüşüyle çok ilgilenir. Erkek iyi bir fiziksel temas sayesinde kadını cinsel açıdan etkileyebilir. Kadının cin­sellik uyarısı, beyninin duygusal yönünün harekete geçmesiyle mümkündür. O da sevgiyle söy­lenmiş güzel sözcüklerle olabilir.
Aşk ve Güzellik
Aşk için fiziksel güzelliğin şart olmadığını söylemiştik. Hattâ çok yakışıklı ya da çok güzel kimseler iyi âşık olamayabilirler. Çünkü bu insanlar başkalarından çok iltifat gör­dükleri için önlerine yeni seçe­nekler çıkabileceğini düşünürler. Bu sebeple de sadakatleri zarar görür. Yakışıklı ya da güzel insanlarla evlenenler kendilerini daha kıskanç olmak mecburiye­tinde hissederler. Bu da doğal bir durumdur.
Aşkın Coğrafyası
Aşk edebiyatı belki kültürel yapı, belki kromozomal bir eği­lim, belki de sebebi tam olarak açıklanamayan bir gerekçeyle Akdeniz coğrafyasında dünya­nın diğer bölgelerine nazaran daha fazla gelişmiştir. Kerem ile Aslı'lar, Leyla ile Mecnun'lar, Ferhat ile Şirin'ler bilinen örnek­lerden bazıları. Şu bir gerçek ki; büyük aşklar doğu dünyasında hep vardır. Buna mukabil Kuzey Avrupa gibi soğuk ülkelerde, soğuk insan özellikleri görüldü­ğü için buralarda aşkın yaşan­ması da, yazılması da Doğu ya oranla daha azdır. Tabii bunda kilisenin baskıcı tutumunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Sevginin derecesi ona yüklenen anlam ve değer ile değişir. Bu kapsamda sevgi, düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yükselir. Sevgi, nefretten başlayıp aşka dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de aşık olabilir. Ya da aşık olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir. Bu da göstermektedir ki; sevgi değişken bir yapıdadır.
Batı'da aşk kavramı daha ziyade Ortaçağda kilise baskısı kalk­tıktan sonra canlanmaya baş­lamıştır.
Kainattaki en zor şey, insa­nı çözümlemektir. Ademoğlunun analizi yalnız ilmî ölçeklerle yapılamaz. Bilimsel veriler geliş­tirerek bir standarda oturtsanız da, insanı çözümlemenin özel yetenekle yoğrulmuş bir sanat yönü vardır. Anlaşılması zaten güç olan insan, ilişkiler konu­sunda daha da müphemleşe- bilir. Meselâ, birbirine aşık iki kişi her zaman uyumlu bir iliş­ki yaşayamayabilirler. Kadınlar beraber yaşadıkları erkeklerin bir yandan olgun ve beyefendi olmasını isterken, diğer yandan da içlerinde yaramaz bir çocuk taşımasını beklerler. Bu konu­da her iki tarafın da birbirini anlama çabası, ilişkiyi sekteye uğratan empati sağırlığını gide­recektir.
Aşkın Matematiği
Aşkı bir spektrum olarak sayı doğrusu üzerinde düşünür­sek; 1, hoşlanma duygusu; 2, sevgi; 3, aşktır. Nötrden yani sıfır noktasından geriye doğru gidersek eğer, bu sefer de; -1, antipati; -2, nefret; -3, düş­manlıktır. Sayı doğrusu üzerine yerleştirildiğinde, artı ucun üst noktası aşk, eksi ucun üst nok­tası ise nefret olarak karşımıza çıkıyor. Sıfır noktası sevginin nötr derecesini ifade etmekte­dir. Sevginin derecesi ona yük­lenen anlam ve değer ile değişir. Bu kapsamda sevgi, düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yük­selir. Sevgi, nefretten başlayıp aşka dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de aşık olabi­lir. Ya da aşık olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir. Bu da göstermektedir ki; sevgi değişken bir yapıdadır.

15 Aralık 2013 Pazar

KARALAMALAR

Merhabalar, Böylede sanki kendi kendime yazıyormuşum gibi oluyor. Ne tuhaf... Bu sıralar ortalıkta bir hastalıktır gidiyor. Önce evdekiler, sonra da bana sıçradı. Umarım ufak tefek sıyrıklarla kurtarırım. Birde kronik rahatsızlığım arada bir cee derken bu sıra sık sık sobelemeye başladı bi uzmana göstermek gerekecek. Hayat tüm hızıyla yavaşlamadan devam ediyor, bizler yaşlanıyoruz. Beynimize habire bir şeyler yükleniyor. Bizde birilerine aktarma yapıyoruz. Bende geçen gün daha doğrusu akşam Devrim Arabaları'nı izlemiştim. Tim demeyimde yarısını izledim diğer yarısı sonraya kaldı. Orada bir söz dikkatimi çekti ve çok sevdim. Oradaki ustalardan birisi dedi ki : "Türkiyede hiçbir başarı cezasız kalmaz." bence doğru bir söz ve paylaşmak istedim. Ya sizce? Esen kalın...

3 Aralık 2013 Salı

SIRADIŞI AKIL OYUNLARI - 1. BÖLÜM

Selamlar, Evvelki gün youtube'de beden dili ile ilgili videolarda araştırma yaparken ilgimi çekti akıl oyunları başlığı ve dinlemek istedim. Güzel bir program olmuş. Sanırım 13 bölümlük yapmışlar. Psikoloji, akıl, rüya her şey var. İlginç bir program. Faydalanmanız dileği ile...

PaidVerts
my space statistics