GÜLEN’İN TASFİYESİNİ KİM NEDEN İSTEDİ?
Kamuoyu,
‘Gülen Hareketi’ni Said-i Nursi müntesibi bir cemaat olarak tanır. Lakin birçok
farklı yapıdan oluşan diğer Nurcular, bunu kabul etmiyor. Galiba Gülen
Hareketi’nin bu konuda çok da ısrarı yok. Tam tersine kendini farklı bir yapı
olarak takdim ediyor.
Zannedilenin
aksine ilk günden bu yana, Hükümet ile bu yapı arasında bir hedef birliği
yoktu. Gülen, Erbakan hocayı ve onun talebelerini hiçbir zaman sevmedi. Bilakis
nefret etti. Milli Görüş’ün içinde çeşitli kademelerde 30 yıla yakın görev
almış Erdoğan’la, ortak paydaları söz konusu olamazdı.
Yeni Türkiye’nin
inşasında kaçınılmazlaşmadıkça kimseyle çatışmak istemeyen Erdoğan, bu oluşumla
da iyi geçinmeyi tercih etti. Pazarlık sonucu olsa gerek, istemeyerek de olsa
iş tuttu.
Her ne kadar
Gülen Hareketi’nin sözcülerinden biri olan Hüseyin Gülerce, ayrışma ‘Mavi
Marmara’ sürecinde başladı dese de, zıtlaşmanın emarelerini ‘One minute’ kadar
götürmek gerek.
Gülencilerin
kadrolar konusunda doymak bilmez iştahı, Erdoğan’ı rahatsız ediyor, bürokraside
de ciddi kavgalara yol açıyordu.
Erdoğan diğer
cemaat mensuplarına da yer verirken, Gülenciler bundan son derece
rahatsızdılar. Zira Gülencilerin, Türkiye ya da dünyada herhangi bir İslamî
yapı ile hiçbir güçlü ilişkisi de olmadı.
Özellikle KCK,
Başbuğ davası, MİT krizi ve Oslo görüşmeleriyle makas iyiden iyiye açılmakla
kalmadı, tümüyle koptu. Gülen Hareketi’nin arka bahçesi, altyapısı hatta genç
devşirme merkezi ve de ciddi gelir elde etme kaynaklarından biri olan
dershanelerin kapatılması fikri, grubun şirazeden çıkması için yetti de arttı.
Dershaneleri
kapatma fikrinin bunları çıldırtacağını Erdoğan bilmiyor muydu? Elbette en az
onlar kadar biliyordu.
Fakat bir
başka şey daha biliyordu Başbakan. Oda, kimseyle hiçbir şeyi paylaşmak
istemeyen Gülen’in ‘Yeni Türkiye’nin önündeki en büyük engellerden biri olabileceğiydi.
Devletin
içinde devlet olma girişimi, son on yılın ürünü olmasa da, son on yılda iyiden
iyiye kök salmasına yol açmıştı ve Erdoğan iktidarını da tehdit eder duruma
gelmişti.
Devletin,
(adına ne derseniz deyin) Güneydoğu veya Kürt sorunu çözme iradesi,
hem Gülen’in, hem de Gülen’in ilişkide olduğu (kimilerine göre esiri bulunduğu)
yapıların hiç hoşuna gitmemişti.
Kurucu Paşa
döneminde, Kürtlere yönelik başlayan zulüm, bu ülkeye maddi ve manevi çok şey
kaybettirmiş ve de büyük bir yük olmuştu. Zulmü tümüyle bitirmek için var
gücüyle mücadele eden Erdoğan’ın, bazı çevreleri rahatsız etmesi de normaldi.
Türkiye’nin
güvenliği için olmasa da, enerjilerinin güvenliği için bu adımı destekleyen
güçlerde yok değildi. Kimimiz finansal gücün sadece Siyonistlere ait olduğunu
zanneder. Bu 20 yıl öncesine kadar doğruydu.
Artık,
Siyonist/satanistlerden bıkmış olan o güçle başa baş durumda bir güç daha var.
Kaliforniya’yı üst seçmiş olanlarla, New York merkezli olanlar arasındaki bu
mücadelede denge, özellikle Obama iktidarıyla birlikte sağlandı.
Kimse Türkiye
gibi, yükselen bir güçle açık kavganın içinde olmak istemez. Buna, ABD’nin
Obama cenahı, Almanya, Fransa, İngiltere, Çin hatta Rusya dâhil. Erdoğan’ın
daha en az 10 yıl Türkiye’nin başında olacağını herkesten çok onlar görüyor.
Kartlarını da buna göre karıyorlar.
Her ne kadar
çıkarlarına yönelik kaçınılmaz hamleler yapmak zorunda olsalar da, bu gerçeğe
aykırı net tavır da koy(a)mazlar. Herkes görüyor ki, Türkiye, son iki yüz yılda
olmadığı kadar kilit bir role sahip artık. Bu yeni güçle kimse açıktan savaşmak
istemez.
Fakat zaman
zaman (özellikle Toshihiko Izutsu’nun tabiriyle “doymak bilmez haram yiyiciler”
yani) Siyonistler, dün PKK ile iş tuttukları gibi, şimdi Devsol ya da başka
odaklarla iş tutabilirler.
Kendisi
açısından acı da olsa son gelişmeler, Gülen’in tasfiye edileceğini göremediğini
gösteriyor ki, bunun iki nedeni olabilir.
İlki:
Hedeflerine adım adım ilerlediğini düşünen Gülen’in yükselen egosu ve
ihtirasları, muhtemelen gelişmeleri görmesini engelledi. Bu nedenle basiretsiz
hareketler etti.
İkincisi ise
Yeni Türkiye’nin önünde engel olacak olan bu yapının tasfiye edilmesi için üst
üste hatalar yapması sağlandı. Bugüne kadar kendilerinin yürüttüğü operasyonun
kendilerine yönelmesi ihtimalinde ‘hoşgörü’den nasıl vazgeçeceği hem tabanına,
hem de geniş kitlelere gösterildi.
Yoksa normal
bir adam “elimde kaset” diye nasıl bağırır? Bütün bir milletin ardında olan
iktidara ve özellikle de tasfiye siyasetini çok iyi öğrenmiş biri olan
Erdoğan’a karşı nasıl bu kadar ‘cüretkâr beddua’ edebilir? Bu normal mi sizce?
Hıristiyan
Siyonist neoconlar ve İsrail devlet ya da lobisinin desteklediği anlaşılan,
üstelik milli bir bankanın iflasına kadar gidebilecek tehlikeli bir hamleyi, ‘akıl
tutulması’ olmadan bir ‘vaiz’ nasıl yapabilir?
Küresel
yapılar, taban hatta tavanın bile haberi olmaksızın dünyanın her yerinde
liderleri ya da liderlere sadık gibi gözüken insanları, emellerini
gerçekleştirmek için kullanabilir. Kininiz basiretinizi bağlarsa, altınızdaki
adamlar sizi de kirli emellerine alet edip, tasfiye edilmenizi sağlayabilirler.
Herkes bilir
ki, artık ihtiyaç değilseniz, ya da sizden daha uygun biri varsa, yahut da
deşifre olmanız onlar için tehdit olacaksa, bir de bakmışsınız
harcayıvermişler… Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu. Neler olacağını görmek
için çok beklemeyeceğiz galiba!
Allah (c.c.)
hiçbirimizi ‘sırat-ı müstakim’den ayırmasın! Âmin!