16 Aralık 2013 Pazartesi

AŞKIN KİMYASI


Aşkın kavra­mı insanlara ilaç verile­rek, onlarda romantik duyguları uyandırmak ya da tam tersine bir ilaçla bu duy­gusal eğilimlerin yok edilebi­leceğini anlatmak için kullanı­lan bir kavramdır.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Aşkın ilaçlarla yönlen­dirilmesi, tıbbın insan duyguları­na bir müdahalesi değil midir? Evet, duygusal bir müdahaledir ve bilimsel etik açısından da ciddî bir tartışma konusudur. Kimyasal silah diye nitelendir­diğimiz bu ilaçların doğru şekil­de kullanılması gerekir. Aksi halde bu ilaçları kullanan hasta sonradan çok pişman olaca­ğı birine aşık olabilir. Bilhassa antidepresan etkisi olan ilaçlar, beyinde manik uyarılmaya ve mutlulukla ilgili alanların fazla çalışmasına sebep olabilir. Neti­cede evli olduğu halde, ilaçların tesiriyle rastgele birine aşık olan kimse daha sonraki bir tedaviyle normal haline dönebilir. Bu da gösteriyor ki; ilaçlarla yapay bir aşk oluşturulması mümkündür.
Gerçek aşıklar, beyin sağ­lığı iyi olanlar arasından çıkar. Çünkü ruh beyin vasıtasıyla kendini ifade eder. Bilhassa depresyon geçirenlerin doğru aşkı yaşamaları zordur. Zira depresyon, sağlıklı düşünme ve muhakemeyi bozarak yanlış yönelimler doğurur. Gizli dep­resyonlar da bu tip durumlara yol açmaktadır. Genç bir kadın hastam, kapısına gelen tüpçüye âşık olmuştu. Tedavi olduktan sonra 'ben nasıl böyle bir şey yaptım?' diyordu. Olayı kadın hastamın eşi açısından düşün­düğünüzde eğer hastalığı yok sayarsanız evliliği hemen bitir­mesi gerekirdi. Ancak bu, gizli bir depresyonu işaret ediyordu ve tedavi sonrasında her şey normale döndü.
Bu örneğe benzer şekilde liseli âşıkların yaşadığı has­talıklı aşklar vardır. Lise yıl­larının yaşandığı devirler psi­koloji de normal şizofrenik dönem periyotlarındandır. Hz. Muhammed'in, 'deliliğin bir şubesi' dediği delikanlılık, bu dönemde çılgınca aşık olup, kısa bir süre sonra sevdiklerini söyledikleri insanı unutabilirler. Bunlar gerçekçi aşklar değildir. Hassaten ergenlik döneminde yaşanan aşklarda muhakkak büyüklerin yardımı gerekir.
Aşkın yaşı yoktur. Bir insan seksen yaşına dahi gelse iyi bir âşık olabilir. Yalnız bu aşkın hormonal yönünden ziyade duy­guların ağır bastığı bir boyutu olacaktır. Çünkü ilerleyen yaş­larda aşkın biyolojik yönü ikinci plâna düşer, ruhların uyuşma­sı öne çıkar. Ancak ihtiyarlık, fiziksel temasa engel değildir. İleri yaştaki bir kimsenin sevdi­ği insanda mutluluk kimyasalını salgılatabilmesi—tıpkı gençler­de olduğu gibi—karşılıklı güzel sözlerin söylenmesi, duygusal çağrışımların harekete geçiril­mesiyle mümkün olabilir. Eşinin ölümünden kısa zaman sonra kendisi de ölen pekçok insan duymuşuzdur. Her ne kadar çift­lerin birbirine alışma ve bağımlı­lık boyutu da olsa kısa aralıklarla gerçekleşen bu ölüm, iki kişinin karşılık bulmuş aşkının tezahürü­dür. Alzheimer hastası olup da kendini tanıyamayan, tuvaletini dahi tutamayan eşine, küçük bir çocuğa bakar gibi bakan aşıklar olduğunu bu konudaki uzmanlık tecrübelerim neticesinde biliyo­rum. Böylesine seven insan, bu fedakârlığı da büyük bir zevkle yapmaktadırlar. İnsanın vefalı bir hayat arkadaşının olması kadar mutluluk verici başka bir şey yoktur. Seven kimse, sev­diği kişi öldüğünde kolu, bacağı kopmuş gibi hisseder kendisini. İşte gerçek aşk budur. O sebep­le ileri yaşlarda varlık bulan aşk, gençlik dönemlerine göre daha kaliteli, psikolojik ihtiyaca daha fazla cevap verir tarzdadır.
Aşkın üç sacayağı vardır. Bunlar dış görünüş, ruhî olgun­luk ve cinselliktir. Fakat bu üç unsurdan hiçbirisi aşk için tek başına yetmez, ancak beraber olduğu zaman birbirini tamam­lar. Çok güzel bir insanın sakat birisine aşık olması akıl yürütme yöntemleriyle açıklanamasa da bağlılık ve mutluluğun getirdiği kaliteli bir beraberlik yaşanabi­lir. Kadın erkek ilişkisinde dış görünüşün önemi %20 oranın­dadır. Geri kalanı iç güzellikle alâkalıdır. Dikkat çekici bir fizikî güzellik, aşk için yeterli değildir. Önemli olan içteki niteliklerin dışa doğru şekilde yansımasıdır. Meselâ, fiziken çok güzel bir kadın oturmasını, kalkmasını, giyinmesini, kendine bakmasını bilmez; buna mukabil ortalama güzelliğe sahip bir başka kadın, çok dengeli bir biçimde bunları yaparsa diğerinden daha fazla beğenilebilir. Bu beğeniyi sağla­yan şey zihinsel güzellik, kişinin kendine olan güveni ve kusurla­rını cesaretle karşılayabilmesidir. Bunları yapabilen kadın çok güzel olmasa da sevimli ve alımlı demektir.
Cinsel uyarılma kadın­da dokunma ile erkekte gör­sel unsurlarla ortaya çıkar. Bu genetik eğilim sebebiyle erkek, kadının dış görünüşüyle çok ilgilenir. Erkek iyi bir fiziksel temas sayesinde kadını cinsel açıdan etkileyebilir. Kadının cin­sellik uyarısı, beyninin duygusal yönünün harekete geçmesiyle mümkündür. O da sevgiyle söy­lenmiş güzel sözcüklerle olabilir.
Aşk ve Güzellik
Aşk için fiziksel güzelliğin şart olmadığını söylemiştik. Hattâ çok yakışıklı ya da çok güzel kimseler iyi âşık olamayabilirler. Çünkü bu insanlar başkalarından çok iltifat gör­dükleri için önlerine yeni seçe­nekler çıkabileceğini düşünürler. Bu sebeple de sadakatleri zarar görür. Yakışıklı ya da güzel insanlarla evlenenler kendilerini daha kıskanç olmak mecburiye­tinde hissederler. Bu da doğal bir durumdur.
Aşkın Coğrafyası
Aşk edebiyatı belki kültürel yapı, belki kromozomal bir eği­lim, belki de sebebi tam olarak açıklanamayan bir gerekçeyle Akdeniz coğrafyasında dünya­nın diğer bölgelerine nazaran daha fazla gelişmiştir. Kerem ile Aslı'lar, Leyla ile Mecnun'lar, Ferhat ile Şirin'ler bilinen örnek­lerden bazıları. Şu bir gerçek ki; büyük aşklar doğu dünyasında hep vardır. Buna mukabil Kuzey Avrupa gibi soğuk ülkelerde, soğuk insan özellikleri görüldü­ğü için buralarda aşkın yaşan­ması da, yazılması da Doğu ya oranla daha azdır. Tabii bunda kilisenin baskıcı tutumunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Sevginin derecesi ona yüklenen anlam ve değer ile değişir. Bu kapsamda sevgi, düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yükselir. Sevgi, nefretten başlayıp aşka dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de aşık olabilir. Ya da aşık olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir. Bu da göstermektedir ki; sevgi değişken bir yapıdadır.
Batı'da aşk kavramı daha ziyade Ortaçağda kilise baskısı kalk­tıktan sonra canlanmaya baş­lamıştır.
Kainattaki en zor şey, insa­nı çözümlemektir. Ademoğlunun analizi yalnız ilmî ölçeklerle yapılamaz. Bilimsel veriler geliş­tirerek bir standarda oturtsanız da, insanı çözümlemenin özel yetenekle yoğrulmuş bir sanat yönü vardır. Anlaşılması zaten güç olan insan, ilişkiler konu­sunda daha da müphemleşe- bilir. Meselâ, birbirine aşık iki kişi her zaman uyumlu bir iliş­ki yaşayamayabilirler. Kadınlar beraber yaşadıkları erkeklerin bir yandan olgun ve beyefendi olmasını isterken, diğer yandan da içlerinde yaramaz bir çocuk taşımasını beklerler. Bu konu­da her iki tarafın da birbirini anlama çabası, ilişkiyi sekteye uğratan empati sağırlığını gide­recektir.
Aşkın Matematiği
Aşkı bir spektrum olarak sayı doğrusu üzerinde düşünür­sek; 1, hoşlanma duygusu; 2, sevgi; 3, aşktır. Nötrden yani sıfır noktasından geriye doğru gidersek eğer, bu sefer de; -1, antipati; -2, nefret; -3, düş­manlıktır. Sayı doğrusu üzerine yerleştirildiğinde, artı ucun üst noktası aşk, eksi ucun üst nok­tası ise nefret olarak karşımıza çıkıyor. Sıfır noktası sevginin nötr derecesini ifade etmekte­dir. Sevginin derecesi ona yük­lenen anlam ve değer ile değişir. Bu kapsamda sevgi, düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yük­selir. Sevgi, nefretten başlayıp aşka dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de aşık olabi­lir. Ya da aşık olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir. Bu da göstermektedir ki; sevgi değişken bir yapıdadır.

0 yorum:

Yorum Gönder

PaidVerts
my space statistics