Aşkın kavramı insanlara ilaç verilerek, onlarda
romantik duyguları uyandırmak ya da tam tersine bir ilaçla bu duygusal
eğilimlerin yok edilebileceğini anlatmak için kullanılan bir kavramdır.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Aşkın ilaçlarla
yönlendirilmesi, tıbbın insan duygularına bir müdahalesi değil midir? Evet,
duygusal bir müdahaledir ve bilimsel etik açısından da ciddî bir tartışma
konusudur. Kimyasal silah diye nitelendirdiğimiz bu ilaçların doğru şekilde
kullanılması gerekir. Aksi halde bu ilaçları kullanan hasta sonradan çok pişman
olacağı birine aşık olabilir. Bilhassa antidepresan etkisi olan ilaçlar,
beyinde manik uyarılmaya ve mutlulukla ilgili alanların fazla çalışmasına sebep
olabilir. Neticede evli olduğu halde, ilaçların tesiriyle rastgele birine aşık
olan kimse daha sonraki bir tedaviyle normal haline dönebilir. Bu da gösteriyor
ki; ilaçlarla yapay bir aşk oluşturulması mümkündür.
Gerçek aşıklar, beyin sağlığı iyi olanlar arasından
çıkar. Çünkü ruh beyin vasıtasıyla kendini ifade eder. Bilhassa depresyon
geçirenlerin doğru aşkı yaşamaları zordur. Zira depresyon, sağlıklı düşünme ve
muhakemeyi bozarak yanlış yönelimler doğurur. Gizli depresyonlar da bu tip
durumlara yol açmaktadır. Genç bir kadın hastam, kapısına gelen tüpçüye âşık
olmuştu. Tedavi olduktan sonra 'ben nasıl böyle bir şey yaptım?' diyordu. Olayı
kadın hastamın eşi açısından düşündüğünüzde eğer hastalığı yok sayarsanız
evliliği hemen bitirmesi gerekirdi. Ancak bu, gizli bir depresyonu işaret
ediyordu ve tedavi sonrasında her şey normale döndü.
Bu örneğe benzer şekilde liseli âşıkların yaşadığı
hastalıklı aşklar vardır. Lise yıllarının yaşandığı devirler psikoloji de
normal şizofrenik dönem periyotlarındandır. Hz. Muhammed'in, 'deliliğin bir
şubesi' dediği delikanlılık, bu dönemde çılgınca aşık olup, kısa bir süre sonra
sevdiklerini söyledikleri insanı unutabilirler. Bunlar gerçekçi aşklar
değildir. Hassaten ergenlik döneminde yaşanan aşklarda muhakkak büyüklerin
yardımı gerekir.
Aşkın yaşı yoktur. Bir insan seksen yaşına dahi gelse
iyi bir âşık olabilir. Yalnız bu aşkın hormonal yönünden ziyade duyguların
ağır bastığı bir boyutu olacaktır. Çünkü ilerleyen yaşlarda aşkın biyolojik
yönü ikinci plâna düşer, ruhların uyuşması öne çıkar. Ancak ihtiyarlık,
fiziksel temasa engel değildir. İleri yaştaki bir kimsenin sevdiği insanda
mutluluk kimyasalını salgılatabilmesi—tıpkı gençlerde olduğu gibi—karşılıklı
güzel sözlerin söylenmesi, duygusal çağrışımların harekete geçirilmesiyle
mümkün olabilir. Eşinin ölümünden kısa zaman sonra kendisi de ölen pekçok insan
duymuşuzdur. Her ne kadar çiftlerin birbirine alışma ve bağımlılık boyutu da
olsa kısa aralıklarla gerçekleşen bu ölüm, iki kişinin karşılık bulmuş aşkının
tezahürüdür. Alzheimer hastası olup da kendini tanıyamayan, tuvaletini dahi
tutamayan eşine, küçük bir çocuğa bakar gibi bakan aşıklar olduğunu bu konudaki
uzmanlık tecrübelerim neticesinde biliyorum. Böylesine seven insan, bu
fedakârlığı da büyük bir zevkle yapmaktadırlar. İnsanın vefalı bir hayat
arkadaşının olması kadar mutluluk verici başka bir şey yoktur. Seven kimse, sevdiği
kişi öldüğünde kolu, bacağı kopmuş gibi hisseder kendisini. İşte gerçek aşk
budur. O sebeple ileri yaşlarda varlık bulan aşk, gençlik dönemlerine göre
daha kaliteli, psikolojik ihtiyaca daha fazla cevap verir tarzdadır.
Aşkın üç sacayağı vardır. Bunlar dış görünüş, ruhî
olgunluk ve cinselliktir. Fakat bu üç unsurdan hiçbirisi aşk için tek başına yetmez, ancak
beraber olduğu zaman birbirini tamamlar. Çok güzel bir insanın sakat birisine
aşık olması akıl yürütme yöntemleriyle açıklanamasa da bağlılık ve mutluluğun
getirdiği kaliteli bir beraberlik yaşanabilir. Kadın erkek ilişkisinde dış
görünüşün önemi %20 oranındadır. Geri kalanı iç güzellikle alâkalıdır. Dikkat
çekici bir fizikî güzellik, aşk için yeterli değildir. Önemli olan içteki
niteliklerin dışa doğru şekilde yansımasıdır. Meselâ, fiziken çok güzel bir
kadın oturmasını, kalkmasını, giyinmesini, kendine bakmasını bilmez; buna
mukabil ortalama güzelliğe sahip bir başka kadın, çok dengeli bir biçimde bunları
yaparsa diğerinden daha fazla beğenilebilir. Bu beğeniyi sağlayan şey zihinsel
güzellik, kişinin kendine olan güveni ve kusurlarını cesaretle
karşılayabilmesidir. Bunları yapabilen kadın çok güzel olmasa da sevimli ve
alımlı demektir.
Cinsel uyarılma kadında
dokunma ile erkekte görsel unsurlarla ortaya çıkar. Bu genetik eğilim
sebebiyle erkek, kadının dış görünüşüyle çok ilgilenir. Erkek iyi bir fiziksel
temas sayesinde kadını cinsel açıdan etkileyebilir. Kadının cinsellik uyarısı,
beyninin duygusal yönünün harekete geçmesiyle mümkündür. O da sevgiyle söylenmiş
güzel sözcüklerle olabilir.
Aşk ve Güzellik
Aşk için fiziksel
güzelliğin şart olmadığını söylemiştik. Hattâ çok yakışıklı ya da çok güzel
kimseler iyi âşık olamayabilirler. Çünkü bu insanlar başkalarından çok iltifat
gördükleri için önlerine yeni seçenekler çıkabileceğini düşünürler. Bu
sebeple de sadakatleri zarar görür. Yakışıklı ya da güzel insanlarla evlenenler
kendilerini daha kıskanç olmak mecburiyetinde hissederler. Bu da doğal bir
durumdur.
Aşkın Coğrafyası
Aşk edebiyatı belki
kültürel yapı, belki kromozomal bir eğilim, belki de sebebi tam olarak
açıklanamayan bir gerekçeyle Akdeniz coğrafyasında dünyanın diğer bölgelerine
nazaran daha fazla gelişmiştir. Kerem ile Aslı'lar, Leyla ile Mecnun'lar,
Ferhat ile Şirin'ler bilinen örneklerden bazıları. Şu bir gerçek ki; büyük
aşklar doğu dünyasında hep vardır. Buna mukabil Kuzey Avrupa gibi soğuk
ülkelerde, soğuk insan özellikleri görüldüğü için buralarda aşkın yaşanması
da, yazılması da Doğu ya oranla daha azdır. Tabii bunda kilisenin baskıcı
tutumunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Sevginin derecesi ona yüklenen anlam ve değer ile
değişir. Bu kapsamda sevgi, düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yükselir. Sevgi,
nefretten başlayıp aşka dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de
aşık olabilir. Ya da aşık olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir.
Bu da göstermektedir ki; sevgi değişken bir yapıdadır.
Batı'da aşk kavramı
daha ziyade Ortaçağda kilise baskısı kalktıktan sonra canlanmaya başlamıştır.
Kainattaki en zor şey,
insanı çözümlemektir. Ademoğlunun analizi yalnız ilmî ölçeklerle yapılamaz.
Bilimsel veriler geliştirerek bir standarda oturtsanız da, insanı çözümlemenin
özel yetenekle yoğrulmuş bir sanat yönü vardır. Anlaşılması zaten güç olan
insan, ilişkiler konusunda daha da müphemleşe- bilir. Meselâ, birbirine aşık
iki kişi her zaman uyumlu bir ilişki yaşayamayabilirler. Kadınlar beraber
yaşadıkları erkeklerin bir yandan olgun ve beyefendi olmasını isterken, diğer
yandan da içlerinde yaramaz bir çocuk taşımasını beklerler. Bu konuda her iki
tarafın da birbirini anlama çabası, ilişkiyi sekteye uğratan empati sağırlığını
giderecektir.
Aşkın Matematiği
Aşkı bir spektrum
olarak sayı doğrusu üzerinde düşünürsek; 1, hoşlanma duygusu; 2, sevgi; 3,
aşktır. Nötrden yani sıfır noktasından geriye doğru gidersek eğer, bu sefer de;
-1, antipati; -2, nefret; -3, düşmanlıktır. Sayı doğrusu üzerine
yerleştirildiğinde, artı ucun üst noktası aşk, eksi ucun üst noktası ise nefret
olarak karşımıza çıkıyor. Sıfır noktası sevginin nötr derecesini ifade etmektedir.
Sevginin derecesi ona yüklenen anlam ve değer ile değişir. Bu kapsamda sevgi,
düşünceyle yoğrulduğunda mertebesi yükselir. Sevgi, nefretten başlayıp aşka
dönüşebilir ve aslında insan nefret ettiği birine de aşık olabilir. Ya da aşık
olduğu birisinden bir müddet sonra nefret edebilir. Bu da göstermektedir ki;
sevgi değişken bir yapıdadır.
0 yorum:
Yorum Gönder