22 Kasım 2010 Pazartesi

İŞ KALİTESİ


Öncelikle geçmiş Kurban Bayramınızı kutluyorum.
Bir sürü feci trafik kazası, çokça kurban yaralanmaları, bol bol et yemelerle geçmiş bir bayram oldu sanıyorum. Tabi bayram gezilerini unutmamak lazım...
Ben bu bayramın nasıl geçtiğini pek anlamadım. Koskoca 9 gün tatil demiştim öncesinde ancak bugün biteli 1 gün oldu nasıl geçti pek anlamadım. Yorgunum şimdilik :) Öyle çok kişiyi ziyaret etmedim. Çok kişiyi aramadım. Çok mesaj atmadım ama yinede geçti. Daha önce görüşmediğim bir kaç arkadaşımla görüştüm. Güzel sohbetler oldu. Verimli idi. Köydeki bağımıza gittim. Ona güzelce olabilecek derecede bakım yaptım. Tabiki yardımcılarım vardı yada as oyuncular. Ama bende ordaydım yani :)
Asıl konumun kahramanı bunlar değil tabiki. Bir devlet bankasına gittim sabahtan, işlemlerim vardı bir kaç. Girdim bankadan içeri o ne kalabalık aman Allah'ım dedim. Sıra veriyorlar bana gelen sıra 177 sabah 9 :) Derken benim sıra ile işim olmayacaktı kapının karşısındaki masaya yöneldim. Orada da sıra var ama çok değil en fazla 7 kişi felan. İşte bir arkadaşı gördüm onunla ayaküstü konuşuyoruz derken sıra geçti. Bana bir kişi kaldı. Amca sanırım 65 yaşında felan var evrak dolduruyor. İçimden dedim ki "ihtiyarlayın ca bankaya gelme sakın" o kadar yavaş ki masadaki bayan bir sürü işini bitirdi hala yazıyo imzalıyo amca. Yagılamıyorum sakın yanlış anlamayın ama yani işte ölesine aklıma geldi. O esnada köylü bir vatandaşımız geldi. "Benim bankamatik para vermiyo bloke olmuş diyo ben maaşımı bile almadım daha 700 tl maaşım duruyo" diyor. Arkadaşımız da diyor ki "bloke diyorsa borcundan ötürüdür." köylü arkadaş sesin volumünü yükseltmek süretiyle "benim kredim felan yok kardeşim" diyo. Derken "işiniz varsa sıranızı bekleyin ilgilencem beyfendi diyor arkadaş" yan masadan bayan işi olanlar gelsin diyo. Bizim itiraz sever vatandaşımız o yana kayıyor bu tarafta öncelik sırasını kapamadı. Diğer yana geçti. Ben kıl oldum adama tabir caizse orada da " benim kart bloke olmuş, borcum felan yok. Nasıl oluyo bu yahu" diyo ekliyor " dilekçe vercen, almıcam bu bankadan maaşı dicen yav ne bu çektiğimiz. paramızı alamıyoz yav" diyo. Masadaki bayan olayı çözmeye çalışıyor konuşuyor ama masadaki müşteri geçsin diyo bi. Sonrasında dayanamıyor alıyor kartı bakıyor. Sen "kimsin" "felanca", "şunu tanıyon mu" "evet." "kim", "bekçi" bu kart bekçinin beyfendi o gelsin alsın parayı" diyo masadaki bayan.Çok bilmiş itirazsever kişide "ben kartı nasıl bulcam benim değilse, Allah benim kart nerde acaba" diyo uzaklaşarak. Ban kalırsa kuyruğunu kıstırarak dicem. Bu olay benim sinirimi zıplattı ama ben iyi zaptettim :)
İşin aslına gelelim... Zor iş insanlarla uğraşma vesselam.
Benim muhatap olduğum bayandan bahsetcem ben asıl bayan ufak tepek, birisi, gözlerinde pırıltı, işine hakim, olaylara hakim, insanlarla diyalogu iyi, öyle kızmıyor pek fazla, o köylü vatandaşa bile dayandı yani güler yüzle davrandı ama ilgisizliğini ve rahatsızlığını belli etmişti anlayana tabi ama vatandaşımızda iyi anladı o tavrı ki diğer masaya kaydı :) Bu tip kişilerle pek karşılaşılmıyor bankalarda yada toplu hizmet verilen yerlerde. Dedim çıkıyor demek ki çıkarken de teşekkürle ve bu bahsettiklerimin kısa özetini yani iş kalitesinin, enerjisinin devamında daha güzel yerlere gelmesini temenni ettiğimi dile getirdim...
Bir kişi nelere neden oluyor, en basitinden bloguma bir karalama yapmama neden oldu bile baksanıza...
Bu tip kişilerin çoğalmasını diliyorum...

OĞUL


En büyük insanların sahip olduğu nimetlere; iki kola, iki ele, iki göze ve bilge olmana yardım edecek bir beyne sahip olduğunun farkına var oğlum. İnsanlar bu donanımla başladılar ve 'yapabilirim" dediler. Onları incele; bilge ve yüce olanlar, senin kullandığın kaplardan yemek yer, benzer çatal ve bıçakları kullanır, ayakkabılarını bağlar, dünya onları yürekli ve akıllı görürler.
Yola koyulduklarında sahip oldukları her şeye sen de sahipsin. İstersen sen de başara¬bilirsin, galip gelebilirsin. Seçeceğin savaş için yeterli donanımın var, kullanacak kolların, ellerin ve beynin var. Büyük işler başarmış kişi¬ler de yaşamlarına senden daha ileride başla¬madılar. Yüzleşmen gereken engel kendindin, yerini seçmesi gereken sensin; nereye gitmek istediğini, ne kadar öğrenim göreceğini ve hangi gerçeği bulmak istediğini kendin seçmelisin.
Tanrı seni yaşam için donattı, ama sana ne olmak istediğine karar verme olanağı tanıyor. Yüreklilik insanın ruhundan gelmeli, insan kazanma arzusunu yüreklilikle bezemeli. Öyleyse oğlum, büyük insanların başlangıçtaki M durumlarından bir farkın olmadığını anla; onlar da senin sahip olduğun donanımla yola çıkmışlardı. Gücünü toparla ve "yapabilirim" de."
Edgar Guest

14 Kasım 2010 Pazar

Hırs Tuzağı ve Ertelenen Hayatlar

Bu yazı bana çok şey öğretti. En önemlisi hayatı ertelememeyi...



Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde iki-üç katlı, kabası bitmiş, sıvasız, alt katında oturulan, üst katların pencere ve kapıları takılmamış evler görürsünüz. Bitmemiş, belki de hiç bitmeyecek olan bu evlerde oturan insanlar ellerindeki mev¬cut imkânlarla bir kat evi bitirip tam yerleşmek ve rahat etmek varken, neden yarım kalmış iki üç katlı evlerde eğreti bir hayat yaşarlar? Çünkü daha fazlasına sahip olduklarında rahat edeceklerini ve mutlu olacaklarını hayal ederler. Daha fazlasına sahip olma hırsı ve buna bağlı mutluluk hayali, dünyanın insa¬noğluna hazırladığı acı bir tuzaktır.
Önemli olan sahip olduklarımız değil, bunları nasıl kullandığımızdır. İnsanların çoğu ellerindekiyle yetinmeyip daha fazlasını istedikleri için, durmadan çalışır, kendilerine ve sevdiklerine vakit ayıramazlar. Sahip olduklarının sefasını süremeden, arkalarından yarım kalmış işler, yarım kalmış hayaller ve yarım kalmış bir hayat bırakarak bu dünyadan göçüp giderler.
Erteleme Sendromu
Kiralık evde oturan, üç-dört senelik evli çiftler düğün ve eşya borçlarını bitirdikten sonra tam rahat edecekleri zaman banka kredisiyle araba alır, tekrar borç altına girer, her ay taksit ödemek zorunda kalırlar. Bu arada çocuk sahibi olmuş, masrafla¬rı daha da artmıştır. Taksitleri ve faturaları ödedikten sonra maaştan artan az bir parayla ay sonunu getirmeye çalışırlar. Taksitler bitinceye kadar araba¬nın sefasını süremez, seyahate çıkamaz, dışarıda yemek yiyemez, sosyal ve kültürel etkinliklere katılamazlar. Erteleme ile teselli bulurlar: "Şu arabanın borcu bir bitsin, bak nasıl rahat edeceğiz." Arabanın borcu biter, ama hayaller bitmez. Sırada ev sahibi olma hayali vardır. Bir-iki sene para biriktirir, biriken parayı peşinat yapıp yine banka kredi¬siyle taksitleri kim bilir kaç sene sürecek bir borcun altına girerek daire sahibi olurlar. Ertele¬me devam eder: "Şu evin borcu bitsin, bak nasıl rahat edeceğiz. " Yıllar sonra dairenin borcu biter; ama çocuklar büyümüş, üniversiteye başlamış; masrafla¬rı artmıştır. Memur ve işçi maa¬şıyla üniversitede çocuk okut¬mak kolay değil: "Şu çocuk/çocuklar üniversiteyi bitirsin, iş sahibi olsun, bak nasıl rahat edeceğiz..."
Çocukların üniversite bitir¬mesi iş sahibi olmayı garanti etmiyor. Yüksek lisans yapa-caklar, yabancı dil öğrenecek¬ler, erkekler askerlik yapacak. Askerlik dönüşü iş arayacaklar.
Anne baba erteleme ile tesel¬li bulur: 'Şu çocuk/çocuklar, hayırlısıyla bir iş bulsa rahata kavuşacağız. Çocuk/çocuklar, iş bulduğu gün ailede büyük sevinç yaşanır. İş sahibi olan genç, ilk maaşıyla anne babaya ve aile büyüklerine hediyeler alır. Senesi dolmadan iş sahibi olan gencin/gençlerin evlenme hazırlıkları başlar. Nişan, nikâh, düğün masrafları, ev eşyası az parayla olmaz. Modern hayat, beş kalem olan zaruri ihtiyaç¬tan beş katına çıkarmış. Genç daha yeni işe girmiş. Anne baba desteği olmadan masrafların altından kalkamaz. Gençleri evlendirmek de anne babanın görevi... Anne baba olmak ne zor şeymiş.
Adam, eşini teselli eder: "Şu çocuğu/çocukları hayırlısıyla evlendirsek; sırtımızdan büyük bir yük kalkmış olacak. Ondan sonra emeklilik dilekçemi verir, emekli olurum. Küçük bir sahil kasabasına yerleşir, emekli maa¬şımla gül gibi geçiniriz.'
Bir gün emeklilik hayalleri kuran yaşlı babanın iş yerinden acı haber gelir: "Kalp krizi geçirdi, hastaneye kaldırıldı, bütün müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayata gözlerini yumdu." Eşi, duyduğuna inanamaz. "Yıllar ne çabuk da geçiyormuş..." der içinden. "Oldu mu bey? Hani emekli olacaktın, bir sahil kasabasına yerleşip emekliliğin tadını çıkaracaktık."
Zafer Dergisi

11 Kasım 2010 Perşembe

VÜCUDUNUZ SİZİ ELE VERİYOR


Emekli FBI ajanı Joe Navarro (57), 25 yıllık kariyeri boyunca elde ettiği deneyimlerden yola çıkarak vücut dilinin şifrelerini açığa çıkardı
“İnsanları Okumak” adlı bir kitap yazan Navarro, beden dilinin insanların karakterleri ve düşündüklerine dair neler söylediğini anlatıyor

OTURMA BİÇİMİ
- Yayılarak ve geriye doğru yaslanarak oturmak: Kişinin özgüveni yüksektir ve taleplerini açıkça gösterir.
- Eller dizde: Kişi stres altında ve gergindir. Sakinleşmek için ellerini dizlerinin üzerinde sabitler.
- Bacakları sandalyenin ayaklarına dolamak: Aniden bu hareketi yapmak korku, kaygı ya da gerginliğin işaretidir.

YÜZ VE EL
- Boyna dokunma: İnsanlar duygusal bir rahatsızlık, şüphe ve belirsizlik durumunda farkında olmadan sık sık boynuna dokunur.
- Gözleri kapamak: Kötü bir haber ya da tecrübe durumunda genellikle gözlerimizi saklanmak için kapatırz.
- Boynunu sıvazlamak: Boyun altındaki sinirler kalp ritmini yavaşlatmaya yardımcı olur. Böylece stresten kurtulunmaya çalışılır.
İLETİŞİM
- Geriye doğru eğilmek: İnsanlar genellikle birbiriyle fikir ayrılığına düştüğünde ya da birbirinden hoşlanmadığında bunu yaparlar.
- Yarı dönmüş pozisyon: Sizinle konuşan kişinin bir ayağı başka tarafa dönükse aslında az önce söylediği şeyden başka bir şey düşünüyor ya da istiyordur.
- Bacaklar çapraz: Bir konuşma sırasında iki kişi de ayaklarını çapraz yapmışsa birbirlerinden hoşlanmışlardır ve kendilerini iyi hissediyorlardır.

DURUŞLAR
- Bacaklar çarpı şeklinde: Bu şekildeki bir kişi kendini rahat hissetmektedir, yaklaştığınızda bundan mutlu olur.
- Kollar bağlı: Bu kişi savunma durumundadır ve streslidir. Karşısındaki kişiyle konuşmaya kapalı olduğunu gösterir.
- Ayaklar farklı yöne doğru: Sizinle konuşuyor ama ayakları farklı yöne bakıyorsa bu başka bir yere gitmek istediğini gösterir.

ELLER
- Baş parmaklar havada: Bu pozitif düşünceleri gösterir. Negatif düşüncelerin hâkim olduğu esnada parmaklar aşağı doğru bükülür.
- Parmakları açarak birleştirmek: Parmaklar gergin bir biçimde öne doğru uzanmış ve uçları diğer elin parmak uçlarına dokunuyorsa bu özgüvenin ve bağımsızlığın göstergesidir.
- Elleri sıkmak: Ellerini sıkan kimse çok heyecanlı ya da streslidir. Özgüven eksikliğine işaret eder.

MİMİK
- Dudakları içeri kıvırmak: Dudaklar görünmeyecek şekilde içeri bükülmüşse kişi çok streslidir ve özgüveni azdır.
- Yanakları şişirmek: Stresten kurtulmak ve sakinleşmek için derin nefes alınır. Genellikle kötü bir mesajdan sonra bu olur.
- Baş eğik: Eğik bir baş ve açık bir yüz karşısındaki kişiyi sevdiğini gösterir, yüzü tamamen açıksa heveslidir.
Aktifhaber

HAYAT

Evet hayat zafer değil, savaştır diye başlayan bir yazı var önümüzde. Güzel, güzel olduğu kadar akıcı ve ibret dolu bir yazıyla karşı karşıyayız. Ben sözü uzatmadan yazıyla sizleri başbaşa bırakıyorum...

“Hayat zafer değil; savaştır.”


Şerefle bitirilmesi gereken en önemli ve en ağır vazife hayattır bence. İnsanın iznine tabi tutulmaksızın ona bahşedilen bu cevher, acaba kaç kişinin elinde iyi bir sonla bitmiştir? Bu küçücük şeylerden oluşan demet, kaç kişiyi kokladığında mesut, bahtiyar etmiştir? Silgi kullanmadan resim çizme, kalem kullanmadan yazı yazma sanatını kaç kişi, hakkı ile icra edebilmiştir? Ve kaç kişi, özüne ve verdiği sözüne uygun olarak kanatlanmıştır ukbaya?...

Zamanın ve zeminin kayganlaşıp ayakta durmanın gerçekten güçleştiği zamanımızda, hayatını iyi anılarla doldurmuş, merdivenin basamaklarından çıkarken karşılaştıkları insanlara, inerken de karşılaşacağını düşünerek iyi davranmış, onu bir hikaye olarak değerlendirip, uzun olmasından ziyade, iyi ve doğru olması için çırpınmış, herkes hayatın kısalığından şikayet ederken, her anını ilmek ilmek işlemiş, gergef gergef dokumuş, “nimetlerine” kavuşunca fazla sevinmemiş, “mihnetlerine” tutulunca da fazla müteessir olmamış, insana emanet olarak verilen bu değere ihanet etmemiş, mücadelesiz geçen kişilerin hayatının, tabutun tahtası çürümeden esamesinin okunmadığının farkına varmış insanları, iyi örnekler olarak, bulup ortaya çıkarmak, “idol” olarak sunmak herkesin görevi olmalı değil midir?

Aslında değer verilmesi gerekenler varken; değer, başkalarının elinde oyuncak olmuştur. Hayal edilen, özenilen, yakalayabilmek adına canlar feda edilenler, gerçek anlamda olması gerekenler olsaydı; toplum olarak maruz kaldığımız hastalıkların tedavisini de aramayacaktık. Utanmak, saygılı davranmak, kalp kırmamak, herkesi sevmek, özür dilemek, kötü alışkanlıklara bulaşmamış olmak gibi önemli insanların yapabileceği meziyetler, bir bakıyorsunuz, kendilerini toplum mühendisi yerine koymuş ucubeler tarafından alaya alınıyor, küçümseniyor, insanlara olumsuz örnekler olarak sunuluyor. Baş tacı olarak bakılması gerekenler; ayaklar altına alınıyor. Bu ülkenin güzide insanları zenci muamelesine tabi tutuluyor.

Hayatı kaybetmekten daha acı olan; yaşamanın, anlamını kaybetmesi değil midir? Hepimiz daha iyi, mutlu, kalkınmış, çağdaş olarak yaşamak istiyorsak, içimizdeki veya içimize sokulmak istenen kötü düşünceleri yıkmamız gerekmektedir. Bizi tüm renklerimizle, tüm desenlerimizle, tüm değerlerimizle, tüm fikirlerimizle tarihin çöp sepetine atmak isteyenlerin oyunlarını daha ne zaman fark edeceğiz? Evlerimize kadar girmiş olan iletişim araçlarından bize uygun olanlarını seçip, uygun olmayanlarını protesto etmeyi ne zaman öğreneceğiz? Ve kendimizi çağın kilometrelerce önüne taşıyabilecek ilimlerimizi ne zaman çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden öğreneceğiz ve bunu en öncelikli görev olarak bileceğiz? Paranın köleliğine isyan edip, özgürlük bayrağını en önde taşımak için ne zaman yarışacağız? Kurtarıcı beklemenin ham hayal olduğunu, hepimizin ancak birleşerek kurtulabileceğini ne zaman fark edeceğiz? “Birlik her kuvvetin üstünde bir kuvvettir.”, deyip ayrılık ve aykırılık tohumları serpmeye çalışanları ne zaman boğacağız? Geçmişte görüldüğü gibi sömürmeden, ezmeden, yağmalamadan tarih yazmaya aday bir toplum ne zaman olacağız?

Ey yolcu?.. Artık pineklemekten, atalet göstermekten, korkaklıktan, cahillikten kurtulmanın zamanı geçmiyor mu sence? Daha hangi zamanı bekliyorsun? Senin asıl vazifen tüm dünyayı bir gül bahçesine çevirmek değil miydi? Hayatım bitti bitmek üzere; artık: “Çocuklarım yapar.” düşüncesini derhal terk et! Bir eline sevgi, bir eline kardeşlik kılavuzunu al. Emin ol, senin önünde dünyanın en kesif zinde ve derin güçleri bile duramayacaktır.

Aldığımız her nefesin ne kadar önemli olduğu düşünerek attığımız her adım, bize hayatın ne kadar anlamlı oluğunu hissettirecek; ölümden sonraki hayatın inşasını, en ince teferruatına kadar yaptıracak, geçen zamanı sevgiliyle buluşma anı olarak kabul edip bir an önce bitmesi için dualar ettirecektir. Her seste, her nefeste, her renkte, her adımda, her harekette hayatın aktif öznesi olacak olanlar, davranışları ve yaşayışları hayretler içinde gözlenenlerdir. Onlar, hayatı yeniden anlamlandırma gibi ağır bir sorumluluğun altına hiç çekinmeden giren, alnından öpülesi yiğitlerdir...

Yazar Kazancakis, bir ihtiyara: “Neye bakıyorsun?” diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir:

- Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma.

“Hayat bir ağaç gölgesinde bir saatlik uyku gibidir.” hala ne duruyorsun, bak seni bekleyenler var...

Hayat, bir gecelik düşe benzer,
Hayat, sahte gülüşe benzer,
Hayat, ölmeden ölüşe benzer,
İnanma söylenen yalan şarkılara...
Hayat sahile dönmeyen sandaldır bence,
Hayat, sabaha maşuk gecedir bence,
Hayat, dudakta titreyen hecedir bence,
Yanılma, her günü parlak ışıklara...
Zekeriya Elifoğlu - Sana Yazdım

7 Kasım 2010 Pazar

SÜPERMEN VE UĞURBÖCEĞİ

Yine güzel olduğunu düşündüğüm bir kitap tavsiyesi ile karşı karşıyasınız. Ahmet Şerif İzgören'in Süpermen ve Uzğurböceği isimli kitabı. Ben çok beğendim ve bir solukta okudum. Ne mi var? Böle yüksekten atan kişisel gelişimcilere sanırım atıf var ve kendisinin kurucularından olduğu TUP projesindeki değerleri anlatan bir kitap.
Okumanızı şiddetle tavsiye ederim .ÇAbuk bitecek bir kitap.



Kitaptan alıntılar:
Benim seçimlerim.
Aslında kendimle ilgili olumsuz örnek vermek hata, ama olsun, ondan da öğrenecekleriniz olduğunu biliyorum.
Bu işi yapanlar hiç hata yapmazlar; okuyun kitapları dinleyin seminerleri süper adamlar göreceksiniz
Adamın her yaptığı süper.
Numara şu; adam dereye düşse, olayı "Geçenlerde arkadaşlarla rafting yapıyoruz” diye anlatıyor.
Benim hatalarım çoktur.
Hem kitaplarımda hem seminerlerimde anlatırım.
Bu kitapta kendimle ilgili tek olumlu örnek ya da övgü yok.
Kitabın özünde söylediğim "Sınırsız iyilik yapın, yerli Polyannagiller olun" değil.
Kırmızı ışıklarda dilenci örgütlerinin olduğu bir ülkede; onları arabasına alan insanları öldüren otostopçuların beş yılda cezaevinden çıktıkları bir ülkede "Kaz olun, herkes sizi yolsun" demiyorum.
Ama şeytan da olmayın.
Bu ülkenin çoğunluğu birbirine yalan söylüyor.
Kara para işlerine geliyor.
Her an rüşvet alırlar, her an çalabilirler.
Siz inkâr edin, bu ülke yolsuzluk sıralamasında dünya dördüncüsü.
Geçen, "Dünya 77.'si" diye bir haber çıktı; emin olun, onu rüşvetle ayarlamışızdır; dünya dördüncüsüyüz.
Bakın, bu ülkede insanlar sizin en üzüntülü ya da en sevinçli anlarınızda size destek veya ortak olmak yerine sizden para koparmaya çalışırlar.


BİFA HAKKINDA
Ali Alanya, senede bir kere Karaman'a seminere mutla¬ka gelirim. BİFA'nın benim gönlümde ayrı bir yeri vardır. Ülkeye, eğitime, öğrencilere, çevreye karşılıksız yatırım yapar, hiç reklamlarını yapmazlar. BİFA'nın 100 katı pa¬ra kazanan kurumlar, onların ülke insanına yaptıkları ya¬tırımın binde birini yapmaz. Gelince mutlaka elini öpmek isterim.

YAŞAM SEÇİMİ

Yine yeniden merhaba. Güzel ve faydalı olduğunu düşündüğüm bir yazıyı daha sizlerle paylaşmaktan gurur duyarım.
Hayatta her zaman seçimlerle karşı karşıyayız. Bunun farkında mıyız? Yada yaptığımız seçimlerin doğuracağı sonuçlara katlanacak gücümüz var mı?
Zevkle okursunuz dilerim.


Kendi İstediğiniz Gibi Bir Yaşamı mı, Yoksa Zorunlu Olduğunuz Bir Yaşamı mı Yaşıyorsunuz?
Çoğumuz kendi istediğimiz, seçtiğimiz ve bizi mutlu edeceğini bildiğimiz değil, "mecbur" olduğumuz, bize "uyan", ihtiyaçlarımızı ve en basta "güven ihtiyacımızı" karşılayacağına inandığımız yasamlar sürüyoruz. Ve hepimizin aklinin kösesinde o koyduğu rakama ulaştığında yapacağı değişiklikler, alacağı kararlar var.
İnsanlar kısa süreli acılara ve belirsizliğe katlanmamak için süresiz mutsuzluğa katlanmayı seçiyorlar.
Olay 1: (Not: Bütün isim ve kimlikler değiştirilmiştir)
Geçen gün 33 yaşında, eski bir bankacı ve yönetici olan danışanıma, Berrin'e yaşamında mutlu olmak için ne istediğini sordum: "55-60 yaşıma geldiğimde, bu günkü standardımı koruyabilmek veya daha iyi durumda olmak zorundayım. Eğer o yasa geldiğimde bugün bindiğim arabadan daha kötü bir arabaya bineceksem, bugün gittiğim yerlere gidemezsem bu bana büyük acı verir. Kendimi basarisiz, kaybetmiş hissederim." Bu sanırım çoğumuzun vereceği yanıt olurdu. Ama benim sorumun yanıtı değil. Ben Berrin'e mutlu olmak için neye ihtiyacı olduğunu sormuştum, o ise bana acı çekmemek için ne olması gerektiğini söylemişti.
Olay 2:
Ahmet adlı bir başka danışanımla konuşuyorduk. Kendisi basarili bir işadamı olan bu müşterim, her zaman en yeni trendleri yakalamayı bilmişti. Bu görüşmeden hemen önceki gün bir kaç arkadaşımla bir kafede oturmuş, yaşamımızda ne kadar para kazanırsak kendimizi rahat ve güvenli hissedeceğimizi tartışmıştık. Arkadaşlarımın değişik beklentileri vardı. Kimi üç milyon dolarla yetineceğini söylüyordu, kimi de istediğini yapmak için bir milyon dolar istiyordu. Ama tema ortaktı. Eğer kendilerini maddi olarak güvende hissettikleri zaman istediklerini yapacaklar, yeteneklerini kullanacaklardı. Sonra gülmüştük kendimize. Hepimiz bayağı uzağındaydık bahsi geçen rakamların. İste bu günün ertesindeydi Ahmet'le olan haftalık görüşmemiz. Ve Ahmet hemen lafa girdi: "Dost, eğer bir 100 milyon dolar yapıp bir tarafa koyabilsem, hemen isi gücü tasfiye edip istediğim şeyleri yaparım. Ne bileyim, belki yatçılık yapmaya, bu isten para kazanmaya başlarım, veya ertelediğim müzikle ilgilenirim. Ama önce kendimi güvende hissetmem lazım."
Olay 3:
Dostlarımla keyifli bir yemek sofrasının kalıntıları üzerinde sohbet ediyoruz. Zaman geçtikçe sohbet koyulaşıyor, ve birimiz su soruyu atıyor ortaya: "Diyelim ki bir gün önüne bir seçenek sundular: Bir yanda istediğin kadar para ve zenginlik, ancak tek bir şartla: Hiç sevmediğin, ve sevme ihtimalin de olmayan bir insanla yirmi yıl evli kalacaksın, ve onun dışında hiç kimseyle beraber olmayacaksın. Bu yirmi yılın sonunda her istediğin senin. Diğer yanda ise bir köyde, sade, basit, belki fakir bir yasam var. Ancak gerçekten sevdiğin ve de sevildiğin bir esin ve yaşam ne getirirse getirsin mutlu olacağın garantisi var. Hangisini seçersin?"
Peki siz hangisini seçerdiniz? O gece masada bulunanların çoğunluğu ikinci seçeneği seçtiler ve evrene ilan ettiler: Para ve pul değil, mutlu olmaktı aradığımız aslında!
Simdi düşününce o geceyi bayağı bir çelişki içinde olduğumuzu görüyorum. Bu kadar dramatik olmayan, ancak benzer seçimleri daha önce defalarca yaptık. Yasam standardı denilen bir şeyi kaybetme acısına katlanmamak için istediğimiz şeyleri yapma riskini almadık ve yaşamımızı yıllarca mutsuz yaşamaya razı olduk! Ve belki de fark etmeden elde edebileceğimizden çok daha düşük bir yaşam standardına mahkum ettik kendimizi! Çünkü biz risk almama riskini aldık, ki kaybetmenin kesin olduğu tek risk buydu.
İnsan çoğu zaman küçük acılar çekmemek için büyük mutsuzluklara razı oluyor. Acıların genelde geçici, mutsuzlukların ise sürekli olduğunun bilincine varmadan.
Hepimizin Allah vergisi bir yeteneği, rüyaları, istekleri var. Ancak bu yetenekler keşfedildikçe, rüyalar peslerinden gidildikçe, istekler dile getirildikçe fırsatlar doğmaya başlıyor.
İste önümüzdeki haftalarda sizlerce devamlı mutluluk verecek, gurur duyabileceğiniz bir yaşamı; riskleri minimize ederek ele geçirmek için neler yapabileceğimizden bahsedeceğim.. Böyle bir yaşamı elde etmek radikal değişiklikler yapmak demek değil her zaman. Belki de içinde olduğumuz duruma farklı bir perspektiften baktığımızda önümüzdeki ardına kadar açık kapılar görebiliriz. Yeter ki kendi düşünce kalıplarımızı sorgulamaya hazır olalım.

2 Kasım 2010 Salı

TAŞÇI


O, yoksul bir taşçıydı. Her gün kayaları parçalıyordu. İşi çok ağırdı; ama çok az aylık alıyordu. Bu yüzden hayatından hiç memnun değildi.
"Ben başkalarından daha çok çalışıyorum!" diye düşünüyordu.
"Benim işim onlarınkinden ağır ve ben onlardan daha az kazanıyorum. Zengin olmak istiyorum. Biraz dinlenirim ve güzel elbiselerim olur " O anda gökten bir melek indi. Ona, "Zengin olacaksın, güzel elbiselerin olacak" dedi.
Taşçı hemen zengin oluverdi. Artık onun da güzel elbiseleri vardı ve bir iş yapmak zorunda da değildi.
Günün birinde kral onu sarayına davet etti. O, sarayın güzelliğine hayran oldu. Kral ondan daha zengindi. Bu yüzden üzüldü.
"Ben de kral olmak istiyorum" dedi. Gökten bir melek geldi ve onu kral yaptı. Şimdi bütün gün hiç çalışmıyordu.
Çok sıcak bir gündü. Güneş ışınlarını saçıyor, yeryüzü yanıyor mu yanıyordu.
Kral kızdı; güneş ondan nasıl güçlü olurdu ki? Yaşamı yine sevmez olmuştu.
"Güneş olmak istiyorum!" dedi. Melek onu bu kez de güneş yaptı. Şimdi güneş, ışınlarını saçıyor ve dünyada her şey yanıyordu.
Ama bir bulut geldi, dünyayla onun arasına girdi. Işınları artık dünyaya ulaşmıyordu. Güneş kızdı;
"Bu nedir böyle? Ben buluta hiçbir şey yapamıyorum. Derhal ondan daha kuvvetli olmak istiyorum" deyince melek onu bu kez bulut yaptı. Az sonra bulut, yağmura dönüştü. Yağmurlar toprağa, oradan nehirlere ulaştı. Nehirlerin suları çoğaldıkça çoğaldı.
Evleri, tarlaları seller bastı. İnsanlar hayvanlar, tarlalar perişan oldu. Ama sular, kayalara hiç bir şey yapamıyordu. Bulut öfkelendi.
"Bu kadar çok su nasıl olur da kayaları aşamaz.." Ama kayalar sulardan daha güçlüydü. Bulut
bağırdı:
"Kaya olmak istiyorum." Melek hemen geldi ve onu kaya yaptı. Artık güneşten ve buluttan daha güçlüydü.
Aradan çok zaman geçmedi. Elinde balyozla bir adam çıkageldi ve ondan parçalar koparmaya başladı.
"Aman! Bu da nesi?" dedi kaya.
"Ben bu adamdan zayıfım"
Sonra birden anladı kuvvetin kaynağının mutluluk olduğunu ve pişmanlıkla haykırdı:
"İnsan olmak istiyorum!" Melek onun bu dileğini de yerine getirdi.
Kaya insan dönüştü. Şimdi o adam yine kayalardan taşlar koparıyor. İşi ağır ve aylığı az; ama yaşamı seviyor ve mutlu.

PaidVerts
my space statistics