11 Kasım 2010 Perşembe

HAYAT

Evet hayat zafer değil, savaştır diye başlayan bir yazı var önümüzde. Güzel, güzel olduğu kadar akıcı ve ibret dolu bir yazıyla karşı karşıyayız. Ben sözü uzatmadan yazıyla sizleri başbaşa bırakıyorum...

“Hayat zafer değil; savaştır.”


Şerefle bitirilmesi gereken en önemli ve en ağır vazife hayattır bence. İnsanın iznine tabi tutulmaksızın ona bahşedilen bu cevher, acaba kaç kişinin elinde iyi bir sonla bitmiştir? Bu küçücük şeylerden oluşan demet, kaç kişiyi kokladığında mesut, bahtiyar etmiştir? Silgi kullanmadan resim çizme, kalem kullanmadan yazı yazma sanatını kaç kişi, hakkı ile icra edebilmiştir? Ve kaç kişi, özüne ve verdiği sözüne uygun olarak kanatlanmıştır ukbaya?...

Zamanın ve zeminin kayganlaşıp ayakta durmanın gerçekten güçleştiği zamanımızda, hayatını iyi anılarla doldurmuş, merdivenin basamaklarından çıkarken karşılaştıkları insanlara, inerken de karşılaşacağını düşünerek iyi davranmış, onu bir hikaye olarak değerlendirip, uzun olmasından ziyade, iyi ve doğru olması için çırpınmış, herkes hayatın kısalığından şikayet ederken, her anını ilmek ilmek işlemiş, gergef gergef dokumuş, “nimetlerine” kavuşunca fazla sevinmemiş, “mihnetlerine” tutulunca da fazla müteessir olmamış, insana emanet olarak verilen bu değere ihanet etmemiş, mücadelesiz geçen kişilerin hayatının, tabutun tahtası çürümeden esamesinin okunmadığının farkına varmış insanları, iyi örnekler olarak, bulup ortaya çıkarmak, “idol” olarak sunmak herkesin görevi olmalı değil midir?

Aslında değer verilmesi gerekenler varken; değer, başkalarının elinde oyuncak olmuştur. Hayal edilen, özenilen, yakalayabilmek adına canlar feda edilenler, gerçek anlamda olması gerekenler olsaydı; toplum olarak maruz kaldığımız hastalıkların tedavisini de aramayacaktık. Utanmak, saygılı davranmak, kalp kırmamak, herkesi sevmek, özür dilemek, kötü alışkanlıklara bulaşmamış olmak gibi önemli insanların yapabileceği meziyetler, bir bakıyorsunuz, kendilerini toplum mühendisi yerine koymuş ucubeler tarafından alaya alınıyor, küçümseniyor, insanlara olumsuz örnekler olarak sunuluyor. Baş tacı olarak bakılması gerekenler; ayaklar altına alınıyor. Bu ülkenin güzide insanları zenci muamelesine tabi tutuluyor.

Hayatı kaybetmekten daha acı olan; yaşamanın, anlamını kaybetmesi değil midir? Hepimiz daha iyi, mutlu, kalkınmış, çağdaş olarak yaşamak istiyorsak, içimizdeki veya içimize sokulmak istenen kötü düşünceleri yıkmamız gerekmektedir. Bizi tüm renklerimizle, tüm desenlerimizle, tüm değerlerimizle, tüm fikirlerimizle tarihin çöp sepetine atmak isteyenlerin oyunlarını daha ne zaman fark edeceğiz? Evlerimize kadar girmiş olan iletişim araçlarından bize uygun olanlarını seçip, uygun olmayanlarını protesto etmeyi ne zaman öğreneceğiz? Ve kendimizi çağın kilometrelerce önüne taşıyabilecek ilimlerimizi ne zaman çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden öğreneceğiz ve bunu en öncelikli görev olarak bileceğiz? Paranın köleliğine isyan edip, özgürlük bayrağını en önde taşımak için ne zaman yarışacağız? Kurtarıcı beklemenin ham hayal olduğunu, hepimizin ancak birleşerek kurtulabileceğini ne zaman fark edeceğiz? “Birlik her kuvvetin üstünde bir kuvvettir.”, deyip ayrılık ve aykırılık tohumları serpmeye çalışanları ne zaman boğacağız? Geçmişte görüldüğü gibi sömürmeden, ezmeden, yağmalamadan tarih yazmaya aday bir toplum ne zaman olacağız?

Ey yolcu?.. Artık pineklemekten, atalet göstermekten, korkaklıktan, cahillikten kurtulmanın zamanı geçmiyor mu sence? Daha hangi zamanı bekliyorsun? Senin asıl vazifen tüm dünyayı bir gül bahçesine çevirmek değil miydi? Hayatım bitti bitmek üzere; artık: “Çocuklarım yapar.” düşüncesini derhal terk et! Bir eline sevgi, bir eline kardeşlik kılavuzunu al. Emin ol, senin önünde dünyanın en kesif zinde ve derin güçleri bile duramayacaktır.

Aldığımız her nefesin ne kadar önemli olduğu düşünerek attığımız her adım, bize hayatın ne kadar anlamlı oluğunu hissettirecek; ölümden sonraki hayatın inşasını, en ince teferruatına kadar yaptıracak, geçen zamanı sevgiliyle buluşma anı olarak kabul edip bir an önce bitmesi için dualar ettirecektir. Her seste, her nefeste, her renkte, her adımda, her harekette hayatın aktif öznesi olacak olanlar, davranışları ve yaşayışları hayretler içinde gözlenenlerdir. Onlar, hayatı yeniden anlamlandırma gibi ağır bir sorumluluğun altına hiç çekinmeden giren, alnından öpülesi yiğitlerdir...

Yazar Kazancakis, bir ihtiyara: “Neye bakıyorsun?” diye sorduğunda, ihtiyar adam gözlerini akan sudan ayırmadan şu cevabı verir:

- Hayatıma oğlum, akıp giden hayatıma.

“Hayat bir ağaç gölgesinde bir saatlik uyku gibidir.” hala ne duruyorsun, bak seni bekleyenler var...

Hayat, bir gecelik düşe benzer,
Hayat, sahte gülüşe benzer,
Hayat, ölmeden ölüşe benzer,
İnanma söylenen yalan şarkılara...
Hayat sahile dönmeyen sandaldır bence,
Hayat, sabaha maşuk gecedir bence,
Hayat, dudakta titreyen hecedir bence,
Yanılma, her günü parlak ışıklara...
Zekeriya Elifoğlu - Sana Yazdım

0 yorum:

Yorum Gönder

PaidVerts
my space statistics