14 Kasım 2010 Pazar

Hırs Tuzağı ve Ertelenen Hayatlar

Bu yazı bana çok şey öğretti. En önemlisi hayatı ertelememeyi...



Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde iki-üç katlı, kabası bitmiş, sıvasız, alt katında oturulan, üst katların pencere ve kapıları takılmamış evler görürsünüz. Bitmemiş, belki de hiç bitmeyecek olan bu evlerde oturan insanlar ellerindeki mev¬cut imkânlarla bir kat evi bitirip tam yerleşmek ve rahat etmek varken, neden yarım kalmış iki üç katlı evlerde eğreti bir hayat yaşarlar? Çünkü daha fazlasına sahip olduklarında rahat edeceklerini ve mutlu olacaklarını hayal ederler. Daha fazlasına sahip olma hırsı ve buna bağlı mutluluk hayali, dünyanın insa¬noğluna hazırladığı acı bir tuzaktır.
Önemli olan sahip olduklarımız değil, bunları nasıl kullandığımızdır. İnsanların çoğu ellerindekiyle yetinmeyip daha fazlasını istedikleri için, durmadan çalışır, kendilerine ve sevdiklerine vakit ayıramazlar. Sahip olduklarının sefasını süremeden, arkalarından yarım kalmış işler, yarım kalmış hayaller ve yarım kalmış bir hayat bırakarak bu dünyadan göçüp giderler.
Erteleme Sendromu
Kiralık evde oturan, üç-dört senelik evli çiftler düğün ve eşya borçlarını bitirdikten sonra tam rahat edecekleri zaman banka kredisiyle araba alır, tekrar borç altına girer, her ay taksit ödemek zorunda kalırlar. Bu arada çocuk sahibi olmuş, masrafla¬rı daha da artmıştır. Taksitleri ve faturaları ödedikten sonra maaştan artan az bir parayla ay sonunu getirmeye çalışırlar. Taksitler bitinceye kadar araba¬nın sefasını süremez, seyahate çıkamaz, dışarıda yemek yiyemez, sosyal ve kültürel etkinliklere katılamazlar. Erteleme ile teselli bulurlar: "Şu arabanın borcu bir bitsin, bak nasıl rahat edeceğiz." Arabanın borcu biter, ama hayaller bitmez. Sırada ev sahibi olma hayali vardır. Bir-iki sene para biriktirir, biriken parayı peşinat yapıp yine banka kredi¬siyle taksitleri kim bilir kaç sene sürecek bir borcun altına girerek daire sahibi olurlar. Ertele¬me devam eder: "Şu evin borcu bitsin, bak nasıl rahat edeceğiz. " Yıllar sonra dairenin borcu biter; ama çocuklar büyümüş, üniversiteye başlamış; masrafla¬rı artmıştır. Memur ve işçi maa¬şıyla üniversitede çocuk okut¬mak kolay değil: "Şu çocuk/çocuklar üniversiteyi bitirsin, iş sahibi olsun, bak nasıl rahat edeceğiz..."
Çocukların üniversite bitir¬mesi iş sahibi olmayı garanti etmiyor. Yüksek lisans yapa-caklar, yabancı dil öğrenecek¬ler, erkekler askerlik yapacak. Askerlik dönüşü iş arayacaklar.
Anne baba erteleme ile tesel¬li bulur: 'Şu çocuk/çocuklar, hayırlısıyla bir iş bulsa rahata kavuşacağız. Çocuk/çocuklar, iş bulduğu gün ailede büyük sevinç yaşanır. İş sahibi olan genç, ilk maaşıyla anne babaya ve aile büyüklerine hediyeler alır. Senesi dolmadan iş sahibi olan gencin/gençlerin evlenme hazırlıkları başlar. Nişan, nikâh, düğün masrafları, ev eşyası az parayla olmaz. Modern hayat, beş kalem olan zaruri ihtiyaç¬tan beş katına çıkarmış. Genç daha yeni işe girmiş. Anne baba desteği olmadan masrafların altından kalkamaz. Gençleri evlendirmek de anne babanın görevi... Anne baba olmak ne zor şeymiş.
Adam, eşini teselli eder: "Şu çocuğu/çocukları hayırlısıyla evlendirsek; sırtımızdan büyük bir yük kalkmış olacak. Ondan sonra emeklilik dilekçemi verir, emekli olurum. Küçük bir sahil kasabasına yerleşir, emekli maa¬şımla gül gibi geçiniriz.'
Bir gün emeklilik hayalleri kuran yaşlı babanın iş yerinden acı haber gelir: "Kalp krizi geçirdi, hastaneye kaldırıldı, bütün müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayata gözlerini yumdu." Eşi, duyduğuna inanamaz. "Yıllar ne çabuk da geçiyormuş..." der içinden. "Oldu mu bey? Hani emekli olacaktın, bir sahil kasabasına yerleşip emekliliğin tadını çıkaracaktık."
Zafer Dergisi

0 yorum:

Yorum Gönder

PaidVerts
my space statistics