30 Mart 2010 Salı

SİMURG



“Katlanmasını bilen için
hiçbir acı önemli değildir.”

SİMURG
Her gece sana ulaşmak için sevgi sözcüklerinin arasında inleyenler vardır, biliyorum.. Gittikçe anlamsızlaşan ve karmaşıklaşan hayat dehlizinde, kurtuluşunu aramak için, birbirlerinin sırtlarına basan sırtlanların varlığından haberdarım. Tek amacı, dünyanın sevgi dolması uğruna, kendilerini feda eden özgür kelebeklerin çığlıklarını da duyar gibiyim. Gözleri ufuklara kilitli beklenen sevgiliyi gözleyenleri anlayabiliyorum.

Sen ordasın ve yıllardan beri hep ordaydın. Gerçekle yüzleşmekten korkan bedenlerimiz bilerek ve isteyerek seni yalnız bıraktı, yaşamdan soyutladı. Sen, korktukları için sevsinler değil; sevdikleri için korksunlar istedin. Adına, encamına, kahramanlığına yakılan aşk türküleri anlamını kaybetti yenilerde. Seni hayattan dışlayıp melek yapanlar, aşağılara indirip buhar edenlerle doldu her yan...

Ezberden söylenen yarım yamalak yalanlarla dolu bir mitoloji oldu hayatın. Ağlayan bebeklere, korkutmak ve kurtulmak için senin adını fısıldadılar. Öyle bir kaçıştı ki bekledikleri sevgili, seni kendi elleriyle darağacına astılar da anlayamadılar. Dinsel bir törenin ardından, dinsel söylemler kullanarak sana lanetler yağdırdılar. Uğursuzlukların müsebbibi seni addettiler. Tıpkı tufan gibi...

“Hani nerede gelsin de seni kurtarsın...” diye hezeyana gelenler, bir sivrisinek uğruna hayatlarını ödediler. Yollara dikenler atanlar, yüreklere taş yağdıranlar, sırtlara pislik yığanlar özürler dilemek için yarıştalar şimdi... Tekraren dönüş için bilet yokmuş yâd elden. Ne acı bir tükeniş... Ayaklarına defalarca gidişini, karşılaştığında hoş sohbet edişini, ne olursa olsun şahsın için affedişini, o, yarattığı için sevişini, “Âlemlere rahmet olarak gönderilişini.” yorumlayamadılar. Oysa Allah isterse “bıçak” kesmez, “ateş” yakmaz, en korkunç ordular “yanık ekin yaprağına” döner, melekler bölük bölük aynı safta yer alır, “kalpleri üstünden mühürler”, “batılı mahveder”, tüm dünyanın altını üstüne getirirdi… Marifet bunu anlayabilmekti zaten.

Sen ordaydın biliyorum. Hep birlikte ellerinde fenerlerle seni aramaya koyulanlar uyuya kaldı yükseklerde. Dün düşman olduklarına, hiçbir şey değişmeden “kardeşlerimiz” demeye başladılar. Dün, “Kanımız aksa da…” ile başlayan sloganlar yerini kapitalist ve sosyalist menfaatlere bıraktı. Sermayelerini illeti ölümlü bir sevgiye bağlamış derbeder âşık gibiydiler son demlerinde. Oysa ne güzel de yakışırdı: “O’na bir de benim gözümle bak.” demek... Tutkunun, ihtirasın ve kindarlığın yüreklerde açtığı tahribatı göremediler. Fazla seyrüsefer eyleyenleri taşlayan bir toplumun varlığını hiç okumamışlardı tarihte... Hiç ağlamamışlardı cephede donarak ölen azizlerin ardından. Kaybedilen bir savaştan sonra üzüntüsünden ölen padişahlardan da haberleri yoktu. Onlar sadece dayatılan “Kızıl Sultan”, “Deli İbrahim” ve “Kardeş katli” senaryolarını dillerine pelesenk etmişlerdi. Dilleri, gömlek arkadan yırtılmasına rağmen: “Bana saldırdı.” diye yalan söylüyordu. Samimiyetinden endişe edenler ise hâli yorumlarken: “Ya sen bizi bunca zamandır kiminle bilirdin? Cenab-ı Hakka teveccühümüzde bir kusur mu fehmettin?” diye hal tercümesi yapıyorlardı.

Ölerek dirilttikleri bu toplumun, kendi kemiklerini bile dışarı atmak adına seviyesizleşeceğinden haberleri yoktu. Geri dönmemeleri için bütün yollar, kapılar ve sınırlar kapanmıştı ecdadın torunlarına.. Onların cenaze namazları artık bir kilise çanının gölgesinde kılınacak ve ebedi olarak gözyaşlarında buram buram türküsü tüten dedelerinin yanında istirahat edemeyeceklerdi.

Yıkılan bütün kalelerin altında ezilenlere gülerek bakanları, sevmeyi öğrettiler isteğimizi sormadan. Son bir umutla yaklaştın yine... “....dost edinmeyiniz...” ihtarının cezbesi kalmamıştı belki de... Belki de ince bir oyundu namluya sürülen... Belki de bir rüyaydı yaşananlar. Birazdan Fatih atını denize sürecek, minik ellerde taşlar atoma dönüşecek, dağlarda sürgünde olan yiğitler halaylar eşliğinde şehre inecek; düşmana mermi olsun diye sunulan “buğdayın”, iyi öldürüyor diye layık görülen “devlet nişanının”, sözde milli kültür ve milli duygularla bezenmiş ellerde sallanan “ecnebi bayrakların” bu ülkenin kurtuluşu için sallanmasının hesabını soracaklardı.

Yurtlarından ve evlerinden kovulanlara, toplu katliamlara düçar olanlara, gemilerini yakan komutanlar gerekti biliyorum. İşte onun için her seherde huzurdayım... Her eylülde düşen yapraktayım inadına. Her damlada biraz daha zirveye çıkıyorum. Her acıyla, özgürlüğün tadını çıkarıp, haykırıyorum. Sana gelmedikleri halde, bir kerecik ziyareti, zerafet olarak görüp, senin onların kapılarını aşındırmalarını: “Gelin sağaltalım özgür güvercinlerin yaralarını.” Demelerini: “Gelin bizi de destekleyin!” demelerini duy(a)madılar. En önce kendileri kaçtı cenk meydanından. En önce kendileri terk etti savunulması gereken fikirleri. En önce kendileri açtı kapanması gereken mukaddes yerleri. Dar çerçeve içinde yaltaklandıkları köhne kuytuda, senaryolar uydurup tetikçilik yaptılar senin kardeşlerine. Senin kültürünü, şahsiyetini tarihin çöp sepetine atmak isteyenlerle aynı şeyleri söylemeyi ve yapmayı soylu mücadele zannettiler. Hep kutup olarak kalıp, hep ayrılıklardan, hep kavgadan, ispiyondan bahsedip, hep savaşta kaçıp barışta çığırtkanlık yapmayı yeğlediler. Şehitlerin kanı, şahitlerin mürekkebi, şehitliklerin suyu kurumadan bir çırpıda forma değiştirdiler. Şehitlere hakaret edenlerle aynı koltukta oturmayı “içlerine sindirdiler”. İçleri bir yavru için kan ağlamıyordu ki. Nasıl olsa bu menfaat denizinde vatan ve millet edebiyatıyla boşu boşuna ölecek dağ gibi yiğitlerimiz vardı.

Evet, Simurg benim… Zümrüdü Anka Kuşu’nun kanadındaki kırmızı tüyüm... Kaf dağının ardındaki esrarım... Kavuşmak için mersiyeler yakılan sevgili, beklenilen kurtarıcıyım... Bana acı veremez yaşananlar. Sadece acı verenlere acırım. Ben hep buradayım asırlardır. Ve burada olacağım ina­dına...

Birileri istemese de.

0 yorum:

Yorum Gönder

PaidVerts
my space statistics