19 Şubat 2014 Çarşamba

GEMİ LİMANDAYKEN


Epiktetos binlerce yıl öncesinden konuşuyor: "Bir gemiyle yolculuk ettiğini ve o geminin geçi­ci olarak bir limana demirle­diğini düşün. Su almak için gemiden ayrıldığında istiridye ya da çiçek soğanı toplama­ya koyulabilirsin. Ancak bir gözün daima gemide ve bir kulağın da kaptanın çağrısın­da olsun.
Demir alındığı zaman, kendilerine bağlı olmadığın o şeylerin hepsini bir kena­ra bırakmak ve kuzu kuzu gemiye binmek zorunda kalacaksın.
İşte hayat da böyledir; isti­ridye ve çiçek soğanı yerine bir eş ve çocuk verir sana, gider­ken onları da yanında götürmek istersin. Ancak kaptan çağırdığı anda, gemiye koşman ve onları ardına bile bakmadan bırakıp hepsinden ayrılman gerekir. Hele bir de yaşlıysan, hızlı dav­ranamayacağını düşün gemiden fazla uzaklaşmayı aklından bile geçirme. Çünkü bir ayağı çukur­da olan kişilerin akıllanmak için fazla vakitleri yoktur." (Epikte- tos, Kılavuz Kitap, Şule Y. İst. 2009, s. 32).
Epiktetos, böyle bir şeydir hayat, diyor.
Belki şöyle bir şeydir de hayat: gemiden ayrılmışsın ve kapta­nın seni çağıracağı vakte bir vade tanınmıştır. Ancak yolcu, baştan, o vadenin ne zaman dolacağını bilmi­yor. Kaptanın demir alacağı zaman önceden bilinmiyor.
Yolcu, çerçöple oyalanıyor. O oyalanırken geminin çanı çalı­yor ya da sireni ötmeye başlı­yor. Karada oyalanmakta olan yolcunun hiçbir seçeneği kal­mamıştır. Artık oyalanamaz. Artık çoluk çocuğu ile bile vakit geçirmesi imkânsıza düşmüştür. Bir an önce gemiye dönmesi gerekiyor.
Dönmediği takdirde ne olur?
Gerçi hayat böyle bir alma­şığa asla şans tanımıyor. Yolcu gemiye dönmek zorundadır. Ama diyelim ki, dönmedi, ne olacak? O bilinmedik limanda, • o, kimseyi tanımadığı, kimsenin de onu tanımadığı, kimseden yardım umması beklenmeyen o kıstırılmış limanda kalma­nın bedelini hayatıyla, hayatını heder ederek ödeyecektir.
Şimdi, düşün ki, liman­dasın ve geminin sireni az sonra ötecek.
Sana belli bir vade tanınmış.
Sen o vadede yapaca­ğın her neyse onu yapmak zorundasın.
En zorunlu saydığın şey her ne ise onu kotarmak zorunda­sın. Belki çerçöple de oyalana­bilirsin. Ancak siren çaldığında, yapıp etmen her ne ise kazan­cın ondan ibaret kalacaktır.
Limanda bekliyorsun ve az sonra sirenin sesini işiteceksin.
O sesi işittiğin âna kadar evet'le hayır arasında gerili duran, o, kıldan ince kılıçtan keskin sırat köprüsünün üstün­de durmuş beliyorsun. Köprü­nün yüzünü çevirdiğin istikamet­te kurtuluşun için evet yazıyor. "Hayır" ters istikamette duru­yor. Ve sen ikisinden birini seç­mek zorundasın. "Evet-hayır" seçeneğine yani abese, böy­lesi abes seçeneğe yer bırakıl­mamış...
Hayatta asla geriye dönüş yoktur. Sirenin sesini işittiğin anda onun seni çağırdığı istikamete doğru "Belî" diyerek yol almak zorun­dasın. Düşün ki, sırat köp­rüsünün üstündesin, orada bekliyorsun. Sirenin sesine boyun eğmediğin takdirde köprüden aşağıya yuvarlan­mak mukadderdir.
Yazık ki, yolcuya o esnada kendinden başka yardım edebi­lecek kimse yoktur. Orada, bir başına, yalnız, yardımsız bekle­mektedir. Kendi feraseti ve basiretiyle baş başa kalmış olarak...

Rasim Özdenören

0 yorum:

Yorum Gönder

PaidVerts
my space statistics